Yıllar önce Almanya’ya giden bir işçimizin anlattıkları
:❝On iki işçi Köln’de bir pansiyonda kalıyorduk. Bizim pansiyonun en yaşlısı Muharrem abinin okuma yazması yoktu. Bir gün elinde mektupla geldi, ‘Yengen yollamıştır belki, şunu bana okur musun Bayram?’ dedi. Bir kıyıya geçtik, mektubunu tane tane okudum. Yenge yollamıştı.”
Hem dinledi, hem ağladı. Birkaç gün sonra ‘Bir de yanıt yazalım Bayram’ dedi. Oturduk iki sayfa yazdık. Gel zaman git zaman bu iş benim üstüme kaldı. İki haftada bir mektup okuyup yanıt yazıyorduk. Artık aileden biri sayılırdım, her şeylerini biliyordum.
Son mektupta Muharrem abinin hanımı ‘Sağ olsun bizim komşunun kızı Gülizar, ne zaman istesem sana mektup yazıyor’ diye not düşmüş. Meğer yengenin de okuma yazması yokmuş, o da tanıdık birine yazdırıyormuş.
Muharrem abi yanıtı mektubunda şöyle yazdırdı: “Allah razı olsun bizim Bayram da beni kırmıyor, hem okuyor hem yazıyor.”
İşte her şey o günden sonra başladı. Ben Muharrem abiden habersiz mektubun sonuna,
-“Gülizar Hanım, yazınız pek güzelmiş, okunması çok kolay” içeriğinde bir not düşünce, o da bana bir şeyler yazdı.
O notlar zamanla çeyrek sayfa, hatta yarım sayfayı bulmaya başladı. Tabii ne Muharrem abi ne de yenge hanım bu durumdan haberdar. Öyle öyle biz işi büyüttük. Gülizar’ın ailesinden çekindiğim için kendi adına mektup yazamıyordum. Muharrem abinin mektubunun bir kısmını kendime ayırıp öyle haberleşebiliyordum. O da aynısını bana yapıyordu.
Yani onların gurbet mektupları bizim de aşk mektuplarımız olmuştu aynı zamanda. Çok vakit geçmeden konuyu Muharrem abiye açtım.
-“Ulan Bayram ben bir söylüyorum sen üç yazıyordun meğer ondanmış” dedi, gülüştük.
Gülizar’ı istemeye gittik, dört ay içinde evlendik çok şükür. Ama o mektupları bize vermediler. Aşk mektuplarımız onlarda kaldı.❞
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder