Beyazıt’ta Çınar Ağacı İle Özdeşleşen Adam…
Beyazıt’ta 377 yıllık Çınar Ağacına ismi verilen İstanbul’un sembollerinden, HÜSEYİN AVNİ DEDE …
Fatih ilçesinde 1954 yılında doğan Hüseyin Avni Dede; 10 yaşında Sahaflar Çarşısı’nın Beyazıt girişindeki çınar ağacının altında babasıyla şiir kitapları ve antika eşyalar satmaya başladı. 58 yıl boyunca çınarın altında satış yapan Dede, Beyazıt Meydanı’nın simgelerinden biri oldu. Babası Durmuş Dede gibi şair olan Hüseyin Avni Dede, hâlâ aynı şekilde geçimini sağlıyor. İBB, ‘Anıt Ağaç’ projesi kapsamında Hüseyin Avni Dede’nin altında satış yaptığı ağacı da anıt ağaç olarak belirledi. Dede’nin ismi de Doğu Çınarı’na (Platanus orientalis) verildi. Hüseyin Avni Dede, hikâyesini şöyle anlattı:
“Burada genelde kendi şiir kitaplarımla, koleksiyon paralarını, değişik objeleri pazarlıyorum. Eskiden burada herkes bir şeyler satardı, oradan bir alışkanlık haline geldi. Geçit yoktu o zaman burada. Buradaki arkadaşları Topkapı’ya gönderdiler. Ben de gittim oraya ama 3 ay durabildim. Sonra tekrar buraya geldim. 1968 senesiydi. 1964’te buraya gelip babamın kitaplarını pazarlıyordum. Okul yıllarından itibaren buraya gelince o durum beni buraya bağladı, çocukluğum burada geçti. 10 yaşından beri buradayım.”
Filmlerde de rol alan Hüseyin Avni Dede” Çınarın altında değilsem üzülüyorlar” diyor.
1964 yılından beri Çınaraltı’nı mesken tutan şair çocukluğunda ikinci el eşya satarak geçimini sağlıyormuş. Daha sonra yazdığı şiirleri basarak bu kitapları satmaya ve bunların geliriyle geçinmeye başlamış..
“Çocukluğum Süleymaniye, Şehzadebaşı Vefa’da geçti. O dönemler pırıl pırıldı” diyen Dede, anılarını şöyle anlatıyor: “Direklerarası’nın son dönemlerine yetiştim. İsmail Dümbüllü’yü izledim. Çadır Tiyatrosu’nda çıkardı, on- on beş günlük turneler olurdu. Talat Şener vardı. Yıl 1961- 62 filan. Hatta 60 ihtilalini de yaşadım. O sırada dedemle alışverişe çıkmıştık dedem beni korumak için bir çifte yedi atlardan. Altı yedi yaşlarındayım.
O zaman insan ilişkilerinde evrensel duyarlılıklar vardı. Komşu ilişkileri çok güzeldi. Ben Direklerarası’ndaki gösterileri izleye izleye Karagöz oynatmaya başladım evin bodrumunda. Mahallenin çocuklarını toplardım. Maketleri de kendim yapardım. O zamanlar cam kırıkları para ederdi. Çocuklar onları getirirdi. Sonra ben o camları hurdacıya satardım. Parasıyla da halka, simit ve limonata alırdık. Kazandığımızı hep birlikte yerdik.”
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder