TARİH VE HUKUK
Hem tarih hem de hukuk eğitimi almış ve hala naçizane tarih okumaya devam eden birisi olarak bu iki disiplinin bir arada özümsenmesinin çok keyifli ve yararlı olduğunu düşünüyorum.
Hukuk Fakültesinde okurken “Türk Hukuk Tarihi” dersinin kitabını okuduğumda, o güne kadar aldığım tarih eğitiminden edindiğim bilgilere ve genel olarak tarihe farklı bakmaya başladım. Aynı gözlemi tarih öğretmenliği yapmakta olan hukuk fakültesi öğrencisi arkadaşımdan da duydum.
Sınıflı toplumlarda hukuk mücadelesinin, daha doğrusu “normlaştırma” ihtiyacının çok erken zamanlarda ortaya çıktığı ve bu ihtiyacın hukuk metinlerinin oluşmasına ve giderek genel ve özel hukuk normlarının oluşmasına katkı sağladığını da yine hukuk fakültesindeki derslerimde öğrendim. “Hukuk yaratan ilişkiler” bazı toplumlarda çok daha yoğun olarak ortaya çıkmıştı. Roma toplumunun sınıflı yapısı, Roma tarihini aynı zamanda bir hukuk laboratuvarı haline getirdi ve 6. Yüzyılda büyük bir hukuk külliyatı oluştu. Karşılaştırmalı tarih bakımından bakarsak aynı dönemde bu denli yüksek düzeyde hukuk mevzuatına sahip başka bir toplum yoktur. Roma hukukunda özellikle özel hukukta ulaşılan düzey o denli yüksekti ki bugün onların kullandığı hukuki kavramları neredeyse aynı şekilde kullanmaya devam ediyoruz. Borçlar Hukuku ve Medeni Hukuk mevzuatımızda bulunan düzenlemelerin çoğu Roma dönemindeki hukuki zeminde oluşan kavramlarla oluşmuştur.
Tarihi, hukuk bilgisiyle birlikte okuduğumda, tarihsel olayların bazılarını daha önce hiç görmediğimi ya da dikkat etmeden geçtiğimi fark ettim. Örneğin Romalıların imparatorluk döneminde kent yönetimlerini Meclisin ve imparatorun yetkili olduğu kentler olarak ayırdığını, bu ayrımın meclis tarafından yapılan bir yasal dayanağa sahip olduğunu, imparator yönetse dahi kent yönetiminin yine de yasal düzenlemelere göre yapılması gerektiğini öğrenmek gerçekten keyifliydi. Uygulamada bu yasal düzenlemelere ne kadar uyulduğu meselesi ise başka bir konudur.
“karanlık” Ortaçağda, Sen Nehrinin üzerinde “işletmesi” olan (Nehrin üzerinde suyun itici gücünden yararlanılarak kurulan birçok değirmen ve maden ocağı vardı) bir kişinin işletme ruhsatı alarak bu işi yapabilmesi ve ruhsat başvurusu olumsuz olduğunda Mahkemeye başvurup dava açması, yine üretim yeniliklerinde o dönemde telif hakları için mahkemelere başvurulmasını öğrenmek gerçekten ilginçtir.
Antik Yunan’da özellikle ibadethanelere yaptırılacak heykel ve resimler için “ihale” açılması, ihale bedelinin belirlenmesi ve şartname yazılarak buna uygun eser meydana getirilmesinin istenilmesi ve ihaleye ekip olarak başvuruların olması da beni şaşırtmıştır.
Hukuk bilgisine ve uygulamasına sahip olan toplumlarda bir başka farklılık ise biçim ve öz arasındaki ilişkidir. Diğer bir deyişle usul ve esas arasındaki ilişkidir. Toplumların yönetimi ve hukuk yargılamasında usul esaslarına dikkat edilerek uygulama yapılması çok önemlidir ve uygulamanın bu şekilde olması toplumsal ilişkileri ve toplumsal bilinci gerçekten çok etkiler ve belirler. Yargılama yapılırken iddia sahiplerinin kimler olabileceği, iddianın nasıl ortaya konulacağı, iddianın ortaya konulmasından sonra suçlanan kişinin savunmasını ne zaman ve nasıl yapacağı konularında o dönemlerde dahi dikkat edildiğini görmek şaşırtıcıdır.
Bizim toplumumuz “hukuk yaratan ilişkilere” sahip bir toplum olmamıştır geçmişte. Yönetici ve etrafında yöneticinin imtiyazlarından yararlanan bir kitle ve yönetilenlerden oluşan bir yapı uzun zaman geçerli toplum yapısı olmuştur. Norm oluşturulması ve o norma uygun olarak yönetme anlayışı neredeyse hiçbir zaman geçerli hale gelmemiştir. Osmanlı dönemde dahi yargılamalarda usul hükümleri uygulanmadan esas hakkında, kadılar tarafından hüküm verilmiştir. Usul kurallarının olmadığı ve hiç uygulanmadığı toplumların hukuki güvencelere sahip olması düşünülemez. Son günlerde yaşadığımız yargı krizi, toplumumuzun usul kurallarına halen ne kadar yabancı olduğunu göstermiştir. Anayasa mahkemesinin verdiği kararın usul bakımından uygulanması gereken bir karar olduğu dikkate alınmadan bir başka üst Mahkeme tarafından “esas” yönünden reddedilmiş ve uygulanmasının önüne geçilmiştir. Hukuki güvenceye sahip olmayan bir toplum olmadığımızın en taze kanıtı olan gelişmeleri yaşadığımız bu günlerde, esasen tarihimizin eseri olduğumuzu bir kez daha anlamış bulunuyoruz.
Ümit Gülseven – Eğitimci / Avukat
Yorum gönder