Bir tabuta kaç kadın sığar?
Oyun, toprağın altından hesap soran ‘bir tabut dolusu kadın’ barındırıyor. Bir tabutun genişleyip içine bu kadar çok hikaye, ölüm, bu kadar kadın ve bu kadar soru sığabileceğini düşünmezdim. Her bir hikayede biraz daha genişliyor sanki tabut, her birinin ağırlığıyla daha da derine gömülüyor.
Yaklaşık bir buçuk yıl önce bir sabah kahvemi içerken bakalım bugün neler varmış gündemde diye gazetelerin anasayfalarını tarayıp Twitter’a (henüz X’e dönüşmemişti) göz atarken tüm çocukluğumun birlikte geçtiği bir kadının fotoğrafıyla karşılaştım. ‘İntihar mı? Cinayet mi?’
Fotoğrafının üzerinde kırmızı harflerle yazmışlardı cinayeti; intiharı beyaz. Erkek arkadaşı göz altındaydı. Adli tıptan rapor bekleniyordu. Haberin tamamı tüm şişirmelere rağmen taş çatlasın on satırdı. SEO’ya uygun ve sterildi. Haberlere en az üç etiket eklenmiş ve en güzel fotoğrafı seçilmişti. Bu şaibe dijital gazetelerin anlık trafik ölçüm araçlarında hakikaten de ‘anlık’ olarak bir hayli pik yapar, bunu kendi basın tecrübemden biliyordum. Dışarıdan bir göz olarak baktığımda haber yayına alınırken yapılan seçimleri anlayabiliyordum. Nitekim bu kez içerideydim. Unutulması, haberin ana sayfadan düşürüldüğü, gündem ya da kadın kategorilerinde kaybolduğu âna tekabül edecek, gündem yoğunsa eğer adli tıptan gelen rapor dahi mevcut haberlere eklenmeyecek yada devam haberi girilmeyecekti.
Bir ölümün ülke gündeminde yer etmesi trajikliği, tanınırlığı ve şaibesiyle doğru orantılı. Çilem’in 32 yıllık hayatı ve ölümü olsa olsa bir kaç paragraf daha yer kaplayacaktı yani. Daha önce kaç kez elimden geçtiğini bilmediğim tipik bir kadın ölümü haberine bakıyordum. Teknik ve etik olarak hiçbir problem yoktu haber metinlerinde ama yeterli değildi.
Aynı sitelere, ajanslara tekrar tekrar bakıp onunla ilgili anılarımı sınıyordum bir taraftan da. Bir anda aklıma kedisi Köri geliyordu ve tekrar dönüp haberlerde ona ne olacağına dair bir şey var mı diye bakıyordum -mümkünmüş gibi- ya da Monte Kristo Kontu’nu ne çok sevdiğine dair. Ne yazılsa, ne söylense hep az geliyordu hoş zaten bir şey de söylenmiyordu.
Şoku atlattığımda Anıt Sayaç’ı açıp baktım. Adı henüz anıta işlenmemişti. Sonrasında ölüm nedeni, öldürülme şekli ve kim tarafından öldürüldüğü kısımları ‘tespit edilemeyen’ şeklinde yer aldı sayaçta. Çilem’in cenazesine gitmedim. Daha önce tanık olduğum kadın cenazeleri yüzünden gidemedim
aslında. Son katıldığım kadın cenazesinden aklımda erkeklerin ellerinde taşınan bir tabut, gömü işlemi bitene kadar ön saflara alınmayan kadınlar ve hocanın bolca ayıplama içeren konuşması kalmıştı.
“Kadınlar giremezdi cenaze namazıma, öyle ya herkes başladığı işi bitirmeliydi.” Bu cümle Altkat Sanat’ın Ten Rengi isimli oyununun girişinde yer alıyor. Müge Saut tek kişilik, baştan sona içimde bir çığlık atma isteğiyle izlediğim performansıyla tüm oyun boyunca bir tabutun içinden sesleniyor. Kefeniyle bir tabutun içinden öldürülmüş kadınlara dönüşüyor, hikayelerini anlatıyor Saut.
Dualar ve mezara toprak atan küreklerin sesleriyle başlıyor ve basına yansıyan birkaç paragraflık ölüm haberlerinden yola çıkılarak yazılmış kadınların hikayeleriyle devam ediyor Ten Rengi. Anlatılan hikayelerin her biri gerçek. Büyük dosyalara dönüşmüş, basında çok yer kaplayan hikayeler değil seçilenler. Her biri belki beş belki on satırlık haberler. Her birinde cinayet sebebi olabileceği düşünülün bir ‘gerekçe’ de var üstelik haber metni olarak kapladığı kısacık alana rağmen.
BİR TABUTA KAÇ KADIN SIĞAR?
Nevzat Süs’ün yazıp yönettiği tek kişilik oyun, toprağın altından hesap soran ‘bir tabut dolusu kadın’ barındırıyor. Bir tabutun genişleyip içine bu kadar çok hikaye, bu kadar çok ölüm, bu kadar çok kadın ve bu kadar çok soru sığabileceğini düşünmezdim. Her bir hikayede biraz daha genişliyor sanki tabut, her bir hikayenin ağırlığıyla daha da derine gömülüyor.
Gerek akustiğin zorlayıcılığı -tabut en nihayetinde- gerekse seçilen konu irdelenen başlıklar, metnin sarsıcılığı ve hikayelerin yakınlığı düşünüldüğünde Müge Saut’un oyunculuğu daha da büyüyor. Böyle Buyurdu Zerdüşt, ve Dönüşüm’de yan rollerde, Kaspar’da da yönetmen koltuğunda gördüğümüz Müge Saut, Ten Rengi’ndeki performansıyla Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’nden Yılın Kadın Oyuncusu ödülüyle dönse de biraz daha konuşulmalı gibi geliyor. Diğer performanslarını da düşündüğümde bu ödül oynadığı herhangi bir oyun için de verilebilirdi Saut’a. Oyunun ışıkları da konuşulması ve takdir edilmesi gerekenler arasında.
SEYİRCİNİN İMTİHANI: FİNAL
Oyun, baştan sona izleyici açısından da oldukça yoğun ve zorlayıcı ama seyircinin asıl imtihanı finalde. Böyle bir hikaye alkışlanır mı? Ya da böyle bir oyun ve oyunculuk ayakta alkışlanmadan bitirilebilir mi? Herkes için bir soru işareti olarak kalıyor bu. Oyun bittiğinde ne yapacağımızı bilemez bir halde kalıyoruz bir oda dolusu izleyici, birisi alkışa başlayana kadar dikiliyoruz öylece. Oyun çıkışında ekiple sohbet esnasında da konu bir şekilde buraya geliyor. Benim izlediğim seansa özgü değilmiş. ‘İnsanlar oyundan çıkamıyorlar, toparlanmaları ve salonu boşaltmaları diğer oyunlarla kıyasladığımızda bir hayli uzun sürüyor’ diyor Müge Saut. Final her iki tarafı da bir hayli zorluyor bu oyunda.
Yılın ilk haftasında Anıt Sayaç’a 5 yeni isim kazınmışken, kadın cinayetleri, intiharları ve kayıpları üzerine ne yazılsa ne yapılsa ne kadar söz söylense az geliyor. Henüz vakti ve nefesi olanların, hâlâ hayattakilerin, kadınların -gerek yaşarken gerekse öldüklerinde- kapladıkları alanı genişletmek üzerine hep daha çok çalışması, bir an dahi akıllardan çıkmasına izin vermemesi gerekiyor.
Kaynak: artıgerck.com/kultur-sanat
Künye:
Yazan-Yöneten: Nevzat Süs,
Işık Tasarımı: Alev Topal
Müzik: Deniz Köseoğlu,
Reji Asistanı: Sevinç Hasanova,
Işık kumanda: Hatice Şanlı,
Video-Fotoğraf: Erdi Köseoğlu
Oyuncu: Müge Saut
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder