Çanakkale Geçilmez / Prof. Dr. Behçet Yeşilbursa
Çanakkale Cephesi’ndeki savaş dört aşamada gerçekleşti:
Birinci aşama, İngiliz ve Fransız muharebe gemilerinin 19 Şubat’ta başlayıp 18 Mart’ta sona eren başarısız bir deniz harekâtıyla Çanakkale Boğazı’nı geçme denemesiydi.
İkinci aşama, İngiliz kuvvetlerinin Seddülbahir’e, Fransız birliklerinin Kumkale’ye, Avustralya ve Yeni Zelanda (ANZAK) Kolordusu’nun da Arıburnu adıyla tanınan Kabatepe’nin kuzeyine yaptığı 25 Nisan çıkarmasıydı. Ancak Seddülbahir’e çıkan İngiliz kuvvetleri birinci günün hedefi olan Alçıtepe’yi veya Kirte köyünü ele geçirememişti. Arıburnu’nda ise durum daha da vahimdi; arazinin sarp yapısından ve son derece iyi savunulmasından dolayı hiçbir ilerleme kaydedilmemiş, birlikler dar köprübaşındaki yarlara sıkışıp kalmıştı.
Üçüncü aşamada, İngilizler 6 Ağustos 1915 günü Arıburnu’nun hemen kuzeyindeki Anafartalar’a çıkarma yaparken aynı anda Seddülbahir ve Arıburnu’nda taarruza geçti. Bu harekât neredeyse başarılı oluyordu, ancak kısa bir süre sonra kilitlenerek durağan bir siper savaşına dönüştü.
Dördüncü aşama, yani çekilme aşaması yarımadanın tahliyesine sahne oldu. 19/20 Aralık 1915 geceleri Arıburnu ve Anafartalar, 8/9 Ocak 1916 günleri de Seddülbahir boşaltıldı.
25 Kasım’da yapılan Savaş Konsey’in ilk toplantısında Churchill, ilk defa Çanakkale Boğazı’na kara ve deniz kuvvetleri tarafından ortak bir harekât yapılması fikrini ortaya attı. Churchill’e göre Mısır’ı savunmanın en iyi yolu Osmanlı İmparatorluğu’nu hayati bir bölgede tehdit etmekti. Fakat Churchill’in bu düşüncesi Konsey tarafından kabul görmedi. Oysa Churchill bu teklifi önemli bir fırsat olarak düşünmüştü. Çünkü bu dönemde Gelibolu Yarımadası’ndaki Türk askeri varlığı oldukça zayıftı.
Churchill’e göre Osmanlı Devleti üzerinde sağlanacak bir üstünlük Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakacak ve İngiltere’yi hem Mısır’ın, hem de Hindistan’ın güvenliği konusunda rahatlatacaktı. Ayrıca Goeben ve Breslau savaş gemilerinin etkisiz hale getirilmesi ile beraber Doğu Akdeniz’de İtilaf devletleri rakipsiz kalacaklardı. Fakat Churchill’in bu cüretkâr planları Savaş Konseyi tarafından kabul görmedi.
Fakat savaşın gidişatı Churchill’in düşüncesini destekleyecek bir dizi gelişmeyi de beraberinde getirdi. Bu sırada, (2 Ocak 1915’te), Kitchener Rus Genelkurmay Başkanı Grand Dük Nikola’dan yardım talebi içeren bir telgraf aldı. Grand Dük Nikola, Rus ordusunun Kafkasya’da başlayan Osmanlı ileri harekâtı karşısında zayıf konumda bulunduğunu belirterek, İngiltere’nin Rusya’nın pozisyonunu rahatlatabilecek ve Türklerin dikkatini Kafkaslardan başka bir yöne çekebilecek gösteri amaçlı da olsa bir kara ya da deniz harekâtı girişiminde bulunup bulunamayacağını sormaktaydı.
Kitchener, baskı altındaki bir müttefiki rahatlatabilecek ama İngiltere’nin Batı cephesindeki savaş gücünü zayıflatmayacak bir güç gösterisi yapılmasını istemekteydi. Bu nedenle de kara gücüne ihtiyaç göstermeyecek bir gösteri harekâtının donanma tarafından yapılmasını hesaplamaktaydı. Kitchener Çanakkale seferini sadece Donanma’nın yapmasını önerdiğinde Churchill’in yanıtı şu olmuştu: Çanakkale ancak kara ve deniz ordularının ortak harekâtıyla zorlanabilirdi. Haritaya bakmak bunu anlamak için yeterliydi. Zira donanma kara kuvvetleriyle desteklenmediği takdirde başarısız olacaktı. Kitchener Churchill’e “sen Boğazdan geç, ben adam bulacağım!” demişti.
Bunun üzerine 3 Ocak’ta Churchill Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Carden’e Çanakkale Boğazı’nın yalnızca savaş gemileri ile geçilip geçilemeyeceğini sordu. 5 Ocak’ta Carden, Çanakkale Boğazı’nın sadece savaş gemileri ile geçilmesinin mümkün olamayacağı, bunun ancak çok sayıda ve tipte gemi ile kara birliklerinin katılacağı genişletilmiş bir harekât ile başarılabileceği bildirdi.
Carden’in Çanakkale planı 4 aşamalıydı. İlk üç aşama Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı müstahkem mevkilerinin kademeli bombardımanlarla yok edilmesini ve boğazdaki mayınların temizlenmesini, son aşama ise mayın avlama gemilerinin eşlik edeceği filonun boğazı geçerek Marmara Denizi’ne girişini içermekteydi. 12 Ocak’ta Churchill, Carden’in planına dayanarak Donanma Komutanlığına Çanakkale Harekâtı ile ilgili nihai planların hazırlanmasını ve bu harekât için oluşacak filoya katılacak gücün belirlenmesini emretti. 13 Ocak’ta Savaş Konseyi Churchill’in Çanakkale Harekâtı ile ilgili planını oybirliği ile kabul etti. 15 Ocak’ta Churchill, Carden’e harekât için hazırlıklara başlamasını emretti.
Oybirliği ile alınmış olmasına rağmen daha başından itibaren hedefsizlik ve anlaşmazlıklar üzerine kurulu olan Çanakkale Harekât planı ile ilgili tartışmalar bitmek bilmemiştir. Gerçekte Çanakkale Harekâtı ile ilgili alınan kararın fazla ayrıntıya girilmeden, acele bir şekilde alındığı bellidir. Henüz Amirallik gerekli planları ve organizasyonları hazırlamamış olduğu gibi karar yalnızca Carden’in önerisi olan plan üzerinden alınmıştır. Dolayısıyla Çanakkale Harekâtı ile ilgili alınan karar stratejik ve askeri hedefler güden bir yaklaşımdan çok, politik bir karar olarak görülmelidir. Harekât kararının alınması Savaş Konseyi içindeki politik bir çıkmazın çözümlenmesi olarak ortaya çıkmıştır.
Boğaz Muharebesi
28 Ocak’ta yapılan Savaş Konseyi toplantısında Çanakkale Harekâtı kesinleşti. 19 Şubattaki ilk bombardımanın ardından 22 Şubat’ta Donanma Bakanlığı yayınladığı bir bildiri ile Çanakkale Harekâtı’nın başladığını açıkladı. 25 Şubat’ta saldırı yeniden başladığında Londra’da zaferinin kaçınılmaz olduğu düşünülüyordu. Babıali umutsuzdu, İstanbul halkı kentin bir iki gün içinde düşeceğine inanmaya başlamıştı. Hatta Atina, Bükreş ve Sofya’daki politikacılar bile İtilaf Devletleri’ne yanaşmaya başlamıştı.
Grip olmasına rağmen Churchill zafer kokusu almıştı ve sevinç içindeydi. Başbakan’ın kızı Violet Asquith’e şu itirafta bulunuyordu: “Bu kadar mutlu olduğum için lanete uğrayabilirim. Bu savaşın her an binlerce kişinin yaşamına mal olduğunu biliyorum ama yine de, elimde değil, yaşadığım her andan zevk alıyorum.”[1]
Londra, Çanakkale’de beklediği zaferin politik sonuçlarıyla uğraşmaya başladıysa da, savaş alanında donanma o kadar hızlı ilerlemiyordu. Hava koşulları gemilerin tüm ateş güçlerini kullanmalarını engellemekteydi. 13 Mart’ta Churchill’e gönderdiği telgrafta Amiral Carden, herhangi bir kayıp verilmediyse de, mayın tarama işinin ağır Türk ateşi altında tatmin edici bir şekilde yürütülemediğini bildiriyordu.
Sorunun bir kısmı mayın tarama gemilerinin mürettebatının, ateş altında çalışmak istemeyen sivillerden oluşmasıydı. Ancak asıl sorun Amiral Carden’in korkmaya başlamış olmasıydı. Amiral huzursuzdu, ne uyku uyuyor ne de yemek yiyebiliyordu. Gemi ve insan kaybı yoktu, ancak gerilime daha fazla dayanamadı ve aniden sinirleri bozuldu. Boğaz savaşının başlayacağı gece, yardımcısına, daha fazla devam edemeyeceği söyledi ve Churchill’den affını istedi. Churchill, hemen Carden’in yerine yardımcısı John de Robeck’i atadı. Ve de Robeck, 18 Mart sabahı saat 10.45’de büyük saldırıyı başlattı.
Londra sevinçli, İstanbul kaygılı, Çanakkale’deki İngiliz Komutanlığı ise mutsuz ve umutsuz idi. 18 Mart’ta patlayan mayınlar yüzünden uğradığı can ve gemi kaybı Amiral de Robeck’i çok üzmüştü. Bir rapora göre, 18 Mart akşamı günün savaş sonuçları geldiğinde, de Robeck, “Artık işim bitti sanırım” demişti.[2] 22 Mart’ta Churchill’e bir telgraf çekip ordunun savaşa girmesi gerektiğini söyledi.
23 Mart’ta Savaş Konseyi, de Robeck’in raporunu kabul etti. Churchill dehşet içindeydi. Kendisi Donanmanın tekrar saldırmasını istiyordu. Türkiye’nin elindeki cephanenin yetersiz olduğunu düşünen Churchill, donanmanın seferden çekilmesi kararına şiddetle karşı çıktı. Ancak Başbakan Asquith Churchill’e onay vermedi.
Zaferden sadece birkaç saat uzakta olan Churchill için zaferin bu kadar yakın olması (eliyle tutacak kadar yaklaşmış olması) kendisine tüm yaşamı boyunca azap verecekti. Parmakları arasından kaçan şey sadece kişisel bir zafer değildi. İçinde büyüdüğü dünyayı kurtarmak için (kurulu monarşilerin ve imparatorlukların tanıdık, geleneksel Avrupa’sının hala yaşıyor olduğu bir zamanda savaşı kazanmak için) son şansıydı.[3]
Bu ayrıca İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Ortadoğu’daki hedeflerine kolaylıkla ulaşması için de kaybedilmiş son şanstı. Bölgede 19. yüzyıl hedeflerinin peşinde koşmaya devam edeceklerse de bundan sonra bunu 20. yüzyılın dostça olmayan ortamı içinde yapacaklardı. “Avrupa’nın hasta adamı” denilen ve ölüme mahkûm edilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu en son anda hiç beklenmedik bir direniş göstermişti.[4]
Şubat 1915’de Sir Mark Sykes Churchill’e yazdığı bir mektupta bu noktaya işaret etmişti: Beklenmedik saldırılarla şaşırtılabilen “Türkler, düşünecek zaman bırakıldığında her zaman heybetlileşirler.”[5] İşte o zaman 18 Mart’tan 25 Nisan’a kadar geçen yaklaşık bir aylık zamandı. Kara savaşlarına hazırlık bakımından bu zamanı Türk ordusu çok iyi değerlendirmişti.
Hazırlık bombardımanlarının yapıldığı Şubat ayında Boğazda sadece iki Türk tümeni vardı. Deniz taarruzu başladığında bu miktar dörde çıkarılmış ve nihayet Ian Hamilton çıkarma harekâtına başladığında altı tümene çıkmıştı. Oysa Ian Hamilton’ın çıkarma için elinde sadece dört İngiliz ve bir Fransız tümeni vardı. İngiliz hükümeti Temmuz ayında beş tümen daha göndermeye karar verdiğinde Türk kuvveti de artmış ve on beş tümene yükselmişti.[6]
Öyle ya da böyle değişmeyen bir gerçek var; o da 18 Mart 1915’de İngiliz-Fransız Büyük Armadası Çanakkale Boğazı’nı geçemedi. Daha da önemlisi, denizden geçemeyeceklerini anlayan İngilizler, kara harekâtına karar verdiler ancak bu kez de karşılarında Mustafa Kemal gibi bir askeri dehayı buldular.[7]
Kara Muharebeleri
Kara Savaşları Sir Ian Hamilton için 12 Mart 1915 sabahı Lord Kitchener kendisini beklenmedik bir şekilde Donanma Bakanlığı’na çağırıp herhangi bir açıklama yapmadan komutayı verdiğinde başlamıştı. Bundan sonra Hamilton yanlış ve eski bir haritayla[8] kendisine yol gösterecek başka bir şey olmadan savaş yerine gönderildi. Gelibolu Yarımadası’nı ilk gördüğünde, “Yarımada Lord Kitchener’in küçük haritasında olduğundan daha çetin bir cevize benziyor” demişti.[9]
İngiliz orduları 25 Nisan 1915 sabahı şafak sökerken Gelibolu Yarımadası’nın birbiriyle bağlantısı olmayan altı kumsalına çıktı. Düşman saldırısının ne zaman başlayacağını bilen ama nerede başlayacağını bilmeyen Türkler bir sürprizle karşı karşıya kalmışlardı ve o gün yenilgiye uğrayabilirlerdi.[10]
Çıkarmanın kuzey ucunda olan Arıburnu, oraya çıkan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler için de tam bir sürpriz olmuştu. Donanma onları yanlış kumsala çıkartmıştı. Dik yamaçları tırmanınca karşılaştıkları Türk askerleri kaçtılarsa da, komutanları Mustafa Kemal, askerleri yeniden topladı. Savaş bütün gün sürdü. Her iki tarafın da üstünlüğü ele geçirdikleri pek çok durum ortaya çıktı. Ancak sonunda Türkler ANZAK birliklerini geri püskürttü.[11]
Gelibolu’nun ucunda diğer birlikler S, V, W, X ve Y kod adlı kumsallara çıkmışlardı.[12] Bu beş sahile yapılan çıkarmalar esas olarak sekiz kilometreden az büyükçe bir çevrede meydana gelen tek bir harekâtın parçalarıydı.
Y’de Türkler yoktu ve birlikler kumsala hâkim olan tepeye çıktılar, ancak ilerlemeye devam edecekleri yerde, komutanın kimde olduğu kargaşası nedeniyle oldukları yerde kaldılar. X’te küçük bir direnişle karşılaşan birlikler de çıktıkları tepede durakladılar. S’de çıkartma birlikleri fazla bir direnişle karşılaşmadılar, ancak onlar da hâkim tepeye çıkmadan kumsalda kamp kurdular.
İngilizler donanmanın destek ateşine aşırı bel bağladığından, ana çıkarma noktası olarak W ve V sahillerini seçmişlerdi. İngiliz donanmasının bu iki sahile aşırı yoğunlaşması, Türklerin doğru bir şekilde ana hedefin bu sahiller olduğu sonucunu çıkarmasına neden olmuştu. Direnişin hiç olmadığı veya zayıf olduğu sahillerin aksine bu iki sahilde karşılaşılan direniş İngiliz birliklerinin moralini bozmuş, cesaretlerini kırmıştır.[13]
Arıburnu’nda ise tüm olumsuzluklara rağmen çıkarma başarıyla gerçekleşmişti. Ancak diğer çıkarma bölgelerinde olduğu gibi birliklerin ilerleme yerine sahilde beklemesi zaferin elden kaçmasına neden olmuştu.[14] Seçilen beş sahilden üçü gün ağardıktan hemen sonra ele geçirilmişti. Dördüncüsü direnişle karşılaşılmadan alınmıştı. Türkler gün boyunca, kıyıdaki on iki İngiliz taburunun karşısına ancak iki tabur asker çıkarabilmişti. Ama buna rağmen İngiliz birlikleri akşam olduğunda sahillerde sıkışıp kalmıştı.[15]
Topların yatık mermi yollu olması ve kıyı gözlemcilerinin bulunmaması sebebiyle donanmanın ateşi etkili olmamıştı. İngilizlerin başarısını etkilen diğer bir önemli etken de ağır topların karaya zamanında çıkarılamamasıydı. 25 Nisan gecesi sahilde sadece dört sahra topu, dört dağ topu ve iki obüs bulunmaktaydı. Buna karşılık Türklerin elinde ise sadece bir batarya sahra topu vardı.[16]
Müttefik kuvvetler o gün sayısal bakımdan üstündü ve bölgedeki küçük Türk garnizonunu imha edebilirlerdi. Ancak 26 Nisan’da yani ikinci gün durum değişmişti. Türk yedekleri gelmeye başladı. Bir anlamda artık her şey sona ermişti. Müttefik güçler için artık Gelibolu’da ucuz bir zafer söz konusu değildi.
ANZAK birlikleri komutanı General Birdwood geri çekilmeyi önerdiğinde Hamilton siper kazılmasını emretti. Hamilton böylece farkında olmadan, başında bulunduğu sefer gücünü yenilgiye sürüklemiş oldu. Zira siper kazmak durumu olduğu gibi sürdürme sonucunu doğuracaktı. Gerçekten de sabit mevzilere karşı yapılan kanlı ve sonuçsuz saldırılarla Gelibolu, batı cephesindeki siper savaşının uzun bir tekrarı olacaktı.[17]
Hamilton, 6 Ağustos’ta Anafartalar bölgesine bir baskın gerçekleştirdi. Fakat ilk taarruz başarısız oldu. İkinci hücum ise birliklerin tecrübesizliği ve daha da önemlisi bölgede bulunan komutanların beceriksizliği ve hareketsiz kalmaları yüzünden fırsattan yararlanamadı. İngiliz çıkarma planı Nisan taarruzundan çıkarılan derslere göre hazırlanmış oldukça detaylı bir plandı. Fakat hatalı koordinasyon ve berbat bir liderlikle boşa çıkarılan muhteşem bir kurmay çalışmasının çarpıcı bir örneğiydi.[18]
Anafartalar taarruzu ya da Ağustos taarruzu Çanakkale Savaşı’nın en büyük muharebesiydi. Zira bu taarruz, liderliğin planlamadan daha önemli olduğunun anıtsal bir örneğidir. Burada, General Hamilton gibi millerce uzakta bir adada bekleyen bir komutan değil, işinin başında duran bir komutan görmekteyiz.
Napolyon’un “Savaşta çok asker hiçbir şey, bir asker her şey demektir” sözündeki o asker (komutan) burada (Anafartalar’da) Mustafa Kemal’di. Bir tarafta enerjik bir hareket, diğer tarafta aşırı bir acziyet hali vardı. İngilizlerin aşırı yavaş davranması, enerji ve liderlik eksikliği çok iyi görülmekteydi. Türkleri takip etmek, hatta teması korumak için hiçbir çaba göstermediler.[19]
Anafartalar’da Türk Ordusu İngiliz Ordusu’nu değil, Mustafa Kemal Hamilton’u yenmiştir. Bu iki komutan yer değiştirmiş olsaydı, çıkarma şimdiki gibi kederli bir bozgun değil, büyük bir başarı örneği olurdu.[20]
Hamilton askerlerini, Türklerle sonuçsuz bir savaşa sokacak biçimde mevzilendirmişti. Türkler siperlerini hâkim tepelerde kazarlarken İngiliz komutanları askerlerine kumsallarda mevzilenme emri verdi. Müttefik güçleri deniz kıyısında bir var olma savaşı vermeye başlamışlardı. Yaşanan liderlik eksikliği bütün planı alt üst etmiş ve felakete uğratmıştır.
Her ne kadar komutanları sömürge savaşlarında küçük birlikleri sevk ve idare etmekte kabiliyetli olsa da büyük savaşlarda büyük birlikleri sevk ve idare etmek için yeterince hazırlıklı olmamasıydı. Ve Çanakkale’de İngiliz planının nihai kusuru cesaret noksanlığı değilse de aşırı özgüvendi.
25 Nisan’da hızlı, baskın tarzında düşünülen çıkarma harekâtı gerçekleşmemiş, siper savaşının getirdiği kilitlenmeyle, sekiz ay süren uzun ve şiddetli bir mücadeleye dönüştü. Çarpışan ordular, sonunda İtilaf kuvvetlerinin yenilgisiyle sonuçlanan bu süreçte ağır kayıplar verdi.
Tarihin En Başarılı Geri Çekilme Harekâtı: Gelibolu’yu Boşaltmak
Savaş Konseyi üyelerinden pek çoğu, çok geçmeden tek çözümün siperleri boşaltmak olduğuna inandılar, ancak Churchill ile Kitchener buna karşı direndiler. Churchill, yenilgiyi asla kabul edemeyeceği için, Kitchener ise İngiliz ordusunun bir Ortadoğu ordusu tarafından yenilgiye uğratılmasının felaket olacağına inandığı için.[21]
Churchill hem Çanakkale savaşını başlatan, hem de İngiltere’yi o savaşta yenilgi üstüne yenilgiye uğratan insan olarak görülüyordu. Boğaz Savaşı Nisandan sonra Donanma Bakanlığı’nın operasyonu olmaktan çıktıysa da, devam eden kayıplardan ve Gelibolu’da umutsuzca süren savaştan Churchill sorumlu tutuluyordu. Kitchener öylesine saygındı ki, basın, kamuoyu ve parlamento yapılan budalaca yanlışlıklardan onun sorumlu olduğunu kabul edemiyordu.[22]
Donanmayı Gelibolu saldırısına tek başına gönderme planının Lord Kitchener’e ait olduğu, Savaş Konseyi dışında pek bilinmiyordu. Karar için Churchill suçlandı. Gelibolu’daki subaylar da daha önceki deniz saldırısının Churchill’in bir gösteriş hamlesi olduğunu düşünüyordu.
Churchill’e her yandan hakaret yağıyor, politik durumu giderek kötüleşiyordu. 14 Mayıs’ta Churchill ile İngiltere’nin en büyük denizcisi, Donanma Komutanı, Lord Fisher arasındaki bir tartışma olayları kopma noktasına getirdi. Churchill, Donanma Bakanlığı’ndan alındı ve kendisine yetkileri sınırlı bir devlet bakanlığı verildi.[23]
Churchill’in eşi, yıllar sonra Lloyd George’dan “Galli hilekâr”, Churchill’in mesleğini yıkmış olan bir Yehuda olarak söz etmiştir. Churchill’in kuzeni Marlborough Dükü de 24 Mayıs’ta gönderdiği bir notta, “Lloyd George senin canına okudu” diyordu.[24] Churchill’in kendi sözleri ise şöyleydi: “Politik bir entrikanın kurbanı oldum. İşim bitti artık!”[25]
Lloyd George ise Çanakkale Savaşı’nı hep Churchill’in suçu olarak görmüştür. Churchill’in Bakanlıktan ayrılmak zorunda olduğu ortaya çıkınca şöyle demişti: “Bu, savaşı yıllardır sürdüren bir insana İntikam Tanrıçasının verdiği yanıttır. Savaş geldiğinde bunu kendisi için bir büyüklük fırsatı olarak gördü ve binlerce kişiye getireceği güçlük ve sefalete hiç aldırış etmeden riskli bir sefere girişti.”[26]
Yeni hükümetin önündeki acil askeri sorun Çanakkale seferi konusunda ne yapılacağıydı. Savaş Konseyi, Çanakkale Komitesi adını alarak konuyu görüşmek üzere ilk toplantısını 7 Haziran 1915’te yaptı. Muhafazakâr Parti Lideri Bonar Law ya seferden vazgeçilmesi ya da zaferi garanti etmek için Gelibolu’ya yeterli destek gönderilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ancak Kitchener Türklerin Gelibolu’da kaç askeri olduğunu bilmediği gibi kazanmak için ne kadar İngiliz askerine gerek olduğunu da bilmiyordu.[27]
Yapılması gerekenler konusundaki konuşmalar sonbaharın sonlarına kadar sürdü. Kabine’nin görüşü Gelibolu’dan çekilme yönündeydi; çünkü Kitchener başarı vaat eden bir alternatif önerememişti. Durumu sona erdirmek istemesine karşın, çekilmenin “İmparatorluk tarihinin en feci olayı olacağını” düşünüyordu.[28]
Kabine, Kitchener’in onayı olmadan ve savaş alanındaki Hamilton da umutlu kaldıkça, Gelibolu’dan çekilme emrini vermekte istekli değildi. Oysa Gelibolu kıyılarında durum umutsuzdu. Sonunda Hamilton görevden alındı. Yeni İngiliz komutanı durumun umutsuz olduğunu hemen gördü ve derhal çekilmeyi önerdi. Ancak sorun her zaman olduğu gibi Lord Kitchener’di. Gerçekten de Kitchener gidip de savaş alanını kendi gözüyle görünce Gelibolu’dan çekilmek gerektiğini kabul etmek zorunda kaldı. Ve 1916 yılı başında seferin en başarılı operasyonu olan boşaltma işleri gerçekleştirildi. Geri çekilme emri, Arıburnu ve Anafartalar’da 19/20 Aralık 1915 gecesi ve Seddülbahir’de 8/9 Ocak 1916 gecesi yerine getirildi.[29]
Sonuç
Çanakkale, İngiltere için yazgısı baştan belli olan bir cepheydi. Çünkü hiçbir rasyonaliteye dayanmıyordu. Daha çok duygulara hitap eden bir cepheydi. Çanakkale harekâtı, gerekli strateji ve taktikler profesyonelce değerlendirilerek değil, daha ziyade arzu giderme dürtüsüyle girişilen bir harekâttı. Oysa Peter Hart’a göre Çanakkale harekâtı kötü şans ve yetersiz komutanların mahvettiği parlak bir fikir değil, asla başarılı olamayacak bir karmaşalar dizisiydi. Çanakkale harekâtına ilişkin düzgün bir kurmay değerlendirmesi yapılmış olsaydı harekât başlatılmazdı bile.
Yine Peter Hart’a göre, Çanakkale’ye yönelik İngiliz tutumu, romantik klasisizm süzgecinden geçmiş bir hüsnü kuruntu yaklaşımıydı. İngilizlerin aksine Fransızlar, akıbeti belli Çanakkale harekâtını her zaman önemsiz göstermeye çalıştılar. Çanakkale, sonunda Batı Cephesinde karar verilecek küresel bir çatışmada yalnızca küçük bir cepheydi, birçok cepheden sadece biriydi. Savaşın kaderinin belirleneceği ve Alman ordusunun yenileceği yer Batı Cephesiydi.
Harekât boyunca İngilizler Türklerin sayısal gücünü abartırken, aynı zamanda Türk askerinin kolektif askeri becerisini ve kararlılığını küçümsediler. Başarısızlığın kanıtları yığılınca, geleneksel tepki herkesi suçlamak oldu. Benim dışımda herkes hatalı havası oluştu. Oysa Çanakkale’de komuta kademesinin her düzeyinde hatalar yapıldığı inkâr edilemez. Operasyon planlaması acınacak durumdaydı. Komuta ve kurmaylık düzeyindeki bu askeri yetersizlik ve amatörlük ölüme mahkûmdu.[30]
Peter Hart’a göre Çanakkale amacına ulaşamayacak bir çılgınlık, sersemce düşüncenin ürettiği bir ahmaklıktı. 1915’de İngilizler kolay yoldan zafere ulaşmayı amaçlayan bir dizi askeri maceraya giriştiler. Bu maceralardan en fazla yenilgiye mahkûm olanı, en yersizi Gelibolu Yarımadası’na yapılan saldırıydı.[31]
Sonuç olarak, gerçekçi hedeflerden yoksunluk, tutarlı plandan yoksunluk, deneyimsiz birlik kullanma, haritaları ve istihbaratı anlayamama ya da yeterince anlatamama, yetersiz topçu desteği, yetersiz lojistik ve tıbbi düzenlemeler, düşmanın küçümsenmesi, kolayca kopan iletişim, yetersiz yerel komutanlar ve üstüne üstük, acımasız yenilgiye yol açan yersiz özgüven bolluğu İngilizleri Çanakkale’de hezimete götürmüştür.[32]
Ancak Gelibolu, 20. yüzyılın en önemli iki şahsiyeti için kader anı olmuştur: Donanma Bakanı Winston Churchill ve o sırada Türk ordusunda bir subay olan Mustafa Kemal. Churchill şansını çok fazla zorladı ve sonunda stratejik yetersizliğinin korkunç sonuçlarından ötürü saygınlığını yitirdi. Mustafa Kemal için Gelibolu bir fırsattı. Savaş sonrasında Atatürk olarak Türkiye’nin başına geçmesini olanaklı kılacak askeri becerilerini ve liderlik üslubunu Çanakkale’de göstermişti.[33]
İtilaf Devletleri 25 Nisan 1915’de yaptıkları sürpriz saldırıyla kolay ve kansız bir zafer kazanabilirlerdi; ancak 259 gün sonra (8.5 ay sonra) Çanakkale’nin kana bulanmış kumsallarından yenilgiyle çekilirken, tarihin en pahalı askeri çatışmalarından birini kaybettikleri ortaya çıktı. Her iki yanda yarım milyon asker savaşmıştı ver her iki taraf da çeyrek milyon kayıp vermişti. Bu durum aynı zamanda geleceğin de bir habercisiydi; geri kalmış sanılan bir Asya ordusu modern bir Avrupa ordusunu yenmişti. Mustafa Kemal savaşın dehası olacak, taktik durumu ve geleceği görebilen bir komutan olduğunu kanıtlayacaktı.[34]
İngilizler çıkarmanın ve ikmal işlerinin küçük ayrıntıları içinde öyle sersemlemişlerdi ki, karaya çıktıktan sonra harekete geçmek yerine altın değerindeki dakikaları hatta günleri boşa harcamışlardı. Basil Liddell Hart’a göre taarruzu, direnişten ziyade yorgunluk başarısızlığa uğratmıştı. Yorgunluk ve uykusuzluktan bitkin düşen birlikler, taarruzu idame ettirecek enerjiye sahip değildi. Birlikler karaya çıktıktan sonra ziyan edilen zaman ve kaçırılan fırsatlar, halkın Çanakkale Savaşları hakkındaki romantik tutumu nedeniyle görülememişti. Kaybedilen fırsat yeniden elde edilebilir miydi? Bu soruya tarihin cevabı “evet” idi.[35]
Kaybedilen zamanın ve kaçırılan fırsatların farkına varan tek adam, açıkta demirlemiş bir gemide bulunan General Hamilton’dı. Ancak Hamilton çıkarmanın harekât yetkisini 29. Tümen komutanı Hunter-Weston’a devretmiş ve yetkisinde hiçbir ihtiyat bırakmamıştı. Dolayısıyla Hunter-Weston’a tavsiye niteliği dışında müdahalede isteksiz olması bir bakıma doğaldı.
Almanlara göre İngilizler başarılarından azami ölçüde yararlanma yeteneğinden yoksundu. Taktik çatışmalar sırasında doğru anları çoğunlukla kaçırırken muharebede yakaladıkları fırsatları da değerlendiremediler. Bunun nedenleri uyguladıkları yöntemelerdi. İngiliz emirleri olağanüstü küçük ayrıntılara kadar inmekteydi. Her şey önceden dikkatli şekilde düşünülmüş, süreler önceden belirlenmiş, düşman hattına ulaşılan ana kadar kontrol altında tutulmuştu. Alt düzey komutanlar muharebe sırasında verilen emirlerin dışına kesinlikle çıkmadılar. Bu yüzden anlık istihbaratın yarattığı fırsatları kaçırdılar, savaşın bütün yöntemlerini, yollarını ve kurallarını bilinçli bir şekilde kenara ittiler. Oysa zafer, ancak enerjik bir şekilde ileri atılmakla kazanılabilirdi.[36]
Nihayet, gerek taarruz gerekse savunmada, kritik mevkilerde seçilmiş subayların kullanılması büyük önem taşımaktadır. Anafartalar’da Türk Ordusu İngiliz Ordusu’nu değil, Mustafa Kemal Hamilton’u yenmiştir. Bu iki komutan yer değiştirmiş olsaydı, çıkarma şimdiki gibi kederli bir bozgun değil, büyük bir başarı örneği olurdu.
Türkiye ise, Çanakkale Savaşları sonunda artık yıldızı sönmeye başlayan Enver Paşa yerine Mustafa Kemal’in doğuşuna tanık oluyordu. Bu büyük komutan kısa bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak ve Çanakkale’nin “Sarı Paşası” Türk halkının gönlünde ve gözünde “Kurtarıcısı” olacaktı.
Çanakkale Zaferimizin 109. yıldönümü kutlu olsun…
[1] Bonham Carter, Winston Churchill, s. 361.
[2] Gilbert, Churchill: The Challenge of War, s. 371.
[3] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 128.
[4] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 128.
[5] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 128.
[6] Hart, Birinci Dünya Savaşı Tarihi, ss. 180-181.
[7] Mütercimler, Gelibolu-1915, s. 202.
[8] Yunan Genelkurmay’ından ödünç alınan bir haritayla gitmişti.
[9] Sir Ian Hamilton, Gallipoli Diary, C. 1, (London: Edward Arnold, 1920), s. 25.
[10] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131.
[11] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131.
[12] V=Ertuğrul Koyu, Y=Zığındere Koyu, W=Teke Koyu, X=İkiz Koyu, S=Morto Koyu, Z=Arıburnu
[13] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131. Ayrıca bkz. General G. S. Patton, Gelibolu Savunması (Bir Karargâh Çalışması), Çev. İsmail Hakkı Yılmaz, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017).
[14] Patton, Gelibolu Savunması, ss. 80-81.
[15] Patton, Gelibolu Savunması, ss. 80-81.
[16] Patton, Gelibolu Savunması, ss. 80-81.
[17] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131.
[18] Patton, Gelibolu Savunması, s. 124.
[19] Patton, Gelibolu Savunması, ss. 119, 138.
[20] Patton, Gelibolu Savunması, s. 161.
[21] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131.
[22] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 131.
[23] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, ss. 132-134.
[24] Gilbert, Churchill: The Challenge of War, s. 476.
[25] Lord Riddell’s War Diary, s. 89.
[26] Gilbert, Churchill: The Challenge of War, s. 440.
[27] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, ss. 135-136.
[28] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, ss. 135-137.
[29] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, ss. 136-137.
[30] Peter Hart, Gelibolu, ss. 533-534.
[31] Peter Hart, Gelibolu, s. 9.
[32] Peter Hart, Gelibolu, ss. 540-541.
[33] Peter Hart, Gelibolu, ss. 9-10.
[34] Fromkin, Barışa Son Veren Barış, ss. 129, 137.
[35] Hart, Birinci Dünya Savaşı Tarihi, s. 233.
[36] Patton, Gelibolu Savunması, s. 19.
Yorum gönder