Gözyaşında Boğulan Sinek
Kadın başını aniden çevirmeseydi başıma bunlar gelmeyecekti. Her zamanki gibi aralık pencereden içeri girmiş, güzel güzel yolumda gidiyordum.
Buralar hep benim mekânım ama ortalığa neler olmuş öyle? Masa yan yatmış, saksılar devrilmiş. Yapraklarında susarak dinlendiğim çiçekler yere saçılmış, toprağın üzerinde solgun yatıyorlar. Duvardaki rafları silme dolduran kitaplar yerlere dağılmış, paramparça olmuş sayfaları pencereden içeri arsızca giren rüzgârda uçuşuyorlar.
Başımı uzatıp görmeye çalışınca fark ettim ki meğer pencerenin aralığından değil de kırığından içeri girmişim. Camların neredeyse tamamı parçalanıp yere inmiş.
Bilseydim girmezdim.
Bu evde bazen akşamları da kalıyorum, köşelerdeki yumuşak sarı ışıklı lambaları yakıyorlar. O kocaman fincanlarda artık ne içiyorlarsa ortalığa hiç sevmediğim kokular yayılıyor. Mecburen raflardaki kitapların aralarına, saksılardaki çiçeklerin kuytularına, perdelerin kıvrımlarına siniyorum.
Masanın üzerindeki kocaman ahşap tabağa doldurdukları rengarenk meyvelerin havaya yükselen yapışkan ve tatlı kokusuna içim gidiyor ama kedi yerde de gökte de dolaşıp durduğu için cesaret edip oralara inemiyorum. Ev sadece ona aitmiş gibi canı nerede isterse ama en çok kitaplıktaki boşluklarda uyuyor. Deli mi ne!
Sahi o nerede?
Bu curcunada kaçmış bir yerlere. Kaçmış da şimdilik kendini kurtarmış.
Bense bir tuzlu su havuzunda debelenip duruyorum.
Adamın bağırıp çağırdığını daha önce de duymuştum ama onu hiç böyle görmemiştim. Gömleğinin kollarını sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibi sıvamış. Yumruklarını öyle sıkmış ki kıllı kolları omuz başlarına kadar kasılmış. Ahırında dönenen öfkeli bir boğa gibi burnundan buğulu dumanlar salarak sağa sola gidip geliyor. Yerlerdeki cam kırıkları kalın tabanlı siyah botlarının altında çıtırdıyor, önüne çıkan zavallı kitaplarla çiçeklere bir tekme savurup ortalığı toza toprağa bulamaya devam ediyor. Ağzını açıp tükürüklerini saça saça bağırdığında hem pencerelerde camlardan arta kalanlar hem de kadının gözleri titriyor.
O titredikçe ben yalpalayıp kenarlardaki uzun kirpiklere tutunmaya çalıştım ama şimşek gibi çakan yeni bir darbeyle başı tekrar savrulunca gerisin geriye yuvarlandım.
Kadın gözlerini kapadığı için olup bitenleri bir süre göremedim ama adamın sesi yeri göğü inletti.
“Boğuyorsun beni” diye bağırdı, “senin kurallarından da kitaplarından da çiçeklerinden de bıktım artık.”
Pis bir koku kadının hafif aralık göz kapaklarından sızıp burnumun direğini sızlattı. İçine kan sızdığı için göz yaşı havuzumun seviyesi de hızla yükselmeye başladı. Kalın bir ses top mermisi gibi yakınımızda patlatınca kadın başını geriye atıp gözlerini fal taşı gibi açtı. Adam kadının saçlarından yakalamış, pis kokulu nefesiyle çok yakınımızda bağırmaya devam etti.
“Bir de bana hesap soruyorsun.”
Bir tutam saç elinde kalınca geriye çekilip şaşkın şaşkın önce elindeki saçlara sonra çığlık atmamak için dudaklarını ısıran kadına baktı. Saç topağını parçalanmış kitapların üzerine fırlatıp kadının boğazına iki eliyle yapıştı.
“Öyle okuyarak yazarak kadın olunmuyor, sağına soluna bakın da biraz kadınlık öğren, istediğime giderim ben, etrafta senden çok daha kadın olanlar var, niye onlara gittiğimi soracağına aynaya bak önce.”
Kadının yüzünün morarmaya başladığını ben bile fark ettim. Adam boğazı sıkmayı bırakıp kafayı hızla itti. Yüzünü buruşturup yere okkalı bir tükürük savurdu.
Gözlerini kısıp “Ben şimdi gidiyorum” diye tısladı, “döndüğümde ortalık toparlanmış olsun, saçını başını da düzelt, nerede kiminle olduğumu sormayı aklına bile getirmeden otur beni bekle.”
Kadın dudaklarını dişleyip yumruklarını sıktı. Dakikalardır tuttuğu göz yaşlarını bir salsa o azıcık rahatlayacak, ben de yanaklara doğru yol alıp kurtulacağım ama ağlamamak için direniyor.
Adam havaya öfkeli dumanlar saçarak kapıyı güm diye çarpıp çıktı. İşte o an etrafımdaki tuzlu sular hızla yükselmeye başlayınca kanatlarımı vücuduma yapıştırıp sakin kalmaya çalıştım. Kadın gözlerini sımsıkı yumunca “Tamam” dedim, “bu iş buraya kadarmış, elveda hayat!”. Sular tam boyumu geçip ağzımı burnumu doldurmaya başlamışken gözlerin bir anda açılmasıyla kirpiklerin sağından solundan yol bulup yanaklara doğru çağlamaya başladılar.
Derin bir nefes alıp kendimi kırmızı akıntıya bıraktım ve ışığa doğru sürüklenmeye başladım. Çene hizasına gelince bir şeylere takılıp kaldım. Kadın bağıra çağıra ağlıyor, hıçkırıklarına ciğerlerinden kopan çığlıkları karıştıkça göğsü körük gibi inip kalkıyordu.
Çenenin hizasında hiç kıpırdamadan bekledim. Biraz sakinleşince elinin tersini yanaklarından geçirdi, kıl payı kurtuldum.
Nefes alışları normale dönmeye başlayınca sırtını koltuğun kolçağına dayayıp dik oturmaya çalıştı. Seslerin kesildiğini fark edip ortaya çıkarak usulca yanına sokulan kediyi kucağına aldı. Gözlerini kapayıp uzun tüyleri okşadı. Kedi sanki hiçbir şey olmamış gibi guruldayınca sadece kadın değil ne yalan söyleyeyim, ben bile az önce boğulma tehlikesi atlatmamış gibi sakinleştim ve kıpırdamadan beklemeye devam ettim.
Kadın yere saçılmış kitap, toprak ve kırık cam yığınlarının arasındaki kâğıt mendil kutusuna uzanıp içinden hızla çektiği bir mendille burnunu silerken çok yakınlarımda dolaşınca yine ödüm patladı.
Kâğıt mendili avucunda buruşturup önce burnunu sonra içini çektikten dizlerinden güç alıp titreyerek ayağa kalktı Galiba başı döndüğü için gözlerini kapadı ve duvara dayanıp bekledi. Bu arada kucaktan kurtulan kedi, cam kırıklarına basmamak için patilerini titrete titrete yürüyüp banyoya doğru seğirtti.
Kediyi görünce kadın da ne yapacağını bulmuş gibi bir anda canlanıp peşinden yürüdü. Banyonun aynasında kendine bakınca rengi beyazdan kirli bir sarıya döndü. Gözleri tekrar dolup bulanıklaştığı için beni görmedi. Askıdaki havluyu alıp muslukta ıslattı. Kaşlarındaki, alnındaki, yanaklarındaki morluklarda usulca gezdirmeye başladı. Galiba şanslı günümdeyim ki ıslak havlu da beni pas geçti.
Havlu boynundaki mor parmak izlerine ulaşınca durup aynaya iyice yaklaştı. Dudaklarını sıkıp siyah şişliklerin içinde kaybolmaya başlayan kanlı gözlerini olabildiğince açtı.
“Tamam” diye bağırınca çenede tutunmaya çalışan ben ve köşedeki kumlarda eşinen kedi yerlerimizden sıçradık. Ayna öfkeli nefesiyle buğulandı.
Havluyu yere fırlatıp titreyen elleriyle dağınık saçlarını düzeltti, parmak uçlarıyla kopan saçlarından geriye kalan acılı kızarıklığa dokundu.
“Buraya kadarmış” diye bağırmaya devam etti, “benim sevgim…”, durdu, ağrıyan boynunu dik tutmaya çalıştı, “yanlış bir adamda harcanmayacak kadar değerli.”
Kedi kuyruğunu kaldırıp eşelediği kuma yerleşti, ben kanatlarımı kıpırdatmadan beklemeye devam ettim.
Bağırmaktan yorulmuş gibi başını eğip musluğu açtı, avuçlarına doldurduğu ılık suyu yüzüne çarptı. Hızla gelen suyun şiddetiyle bir an afallayıp lavabonun içine yuvarlandım. Kanatlarımın tüm gücüyle çırpınıp suyun anaforuna direndim ve beş gözlü karanlık delikte kaybolmamayı başardım.
Kadın musluğu kapatıp kumlardaki işini bitirerek rahatlamış kediyle birlikte banyodan çıktığında ben kurtulmanın coşkusuyla kendimi tutamayıp az daha vızıldamaya başlayacaktım.
Lavabonun beyaz duvarlarından tırmanıp kurumak için kanatlarımı, kollarımı birbirine hızla sürterek bana bahşedilmiş yeni hayatımı kutlamaya başladığımda önce daire kapısının tüm kilitlerinin içeriden defalarca çevrildiğini, sonra da kadının yumuşak kahkahalarını duydum.
Alıntı: oggito.com
Yorum gönder