Adı Eylül’dü…
Eylül ayında doğduğu için babası adını Eylül koymuştu. Eylül, üçü oğlan ikisi kız; beş çocuk annesi güzeller güzeli şen şakrak iffetli bir genç kadındı. Ona bakan bir daha bakmadan edemiyordu ama şansı güzel değildi. Yirmi dokuz yaşında dul kalmıştı. Kasabanın dışında sıvası dahi olmayan yıkık dökük, arkasında içinde bir kaç meyve ağacı olan bahçeli bir evde yaşıyordu.
Küçük, sanki değsen yıkılacakmış gibi görünen bu soğuk evin içinde çocuklarının hepsine yetecek kadar sıcacık sevgisi vardı. Gençsin güzelsin evlen diyenlere kulaklarını tıkamış bütün sevgisini çocuklarına vermişti. Çocuklarını dürüstlük ve terbiye öğreterek eğitmiş, hepsini okutup iş sahibi yapmıştı.
Yaz geldiğinde ormandan topladığı şifalı otlarla birlikte bahçesindeki ağaçlardan topladığı meyveleri pazarda satıp bununla ve aldığı azıcık fakirlik maaşıyla kendisinin ve evinin temel ihtiyaçlarını karşılıyor, kış için odun kömür alıyordu. Evin arkasındaki küçücük bahçesine ektiği sebzelerle idare eder dışarıdan sebze meyve almazdı. Kimseye muhtaç değildi. Fazla parada gözü yoktu. Merhametliydi. Aldığından daha fazlasını veren cömert bir kadındı.
Yıllar geçtikçe yaşlandı. Yaşlılık insana koca bir yüktür derler ya doğruydu. Giderek daha az hareket eder oldu ve sonunda tamamen bakıma muhtaç bir hale geldi, yatağa düştü. Bütün çocukları şehirde yaşıyordu işleri güçleri vardı. Çağırsa da gelmeyeceklerini biliyordu. Nazı en çok küçük kızına geçiyordu bunun için de küçük kızını arayıp yanına gelmesini söyledi çünkü onun kendi iş yerleri vardı ve kızı olmasa da damadı idare edebilirdi.
Küçük kızı annesinin çağrısını seve seve kabul etti ve gelip çocukken yattığı odasına yerleşti. Eylül gün geçtikçe bazı şeyleri unutmaya başlamıştı. Bu durum hareketsizlikten daha da kötüydü. Götürdükleri doktorlar demans teşhisi koymuşlardı. Bu gibi hastalara bakmak çok zordu çünkü ne zaman ne yapacakları belli olmuyordu.
Bazen yakınındakileri tanıyordu, bazen nerede olduğunu, çevresinde neler olup bittiğini bilmiyordu kendinde olduğu zamanlarda ise devamlı çocuklarını soruyor onları çok özlediğini söylüyordu. Onun hastalığına çok üzülen komşuları da ellerinden geldiğince yardım ediyorlardı ama her ne kadar yardım etseler de herkesin kendi işleri vardı ve her zaman vakit bulamıyorlardı.
Hastalık çabuk ilerlemiş, o güzeller güzeli Eylül artık bitkisel hayata girmişti. Konuşmuyor hareket etmiyordu.
Günler göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Hastalık süresince diğer çocukları çok nadir aramış, yalandan olsa bile kız kardeşlerine yardıma gelmeyi teklifi etmemişlerdi. Her şey bir kızın üzerine kalmıştı kardeşlerinin annemiz çok hasta bir an evvel gelin sözlerine yardıma çağırıyor sanıp inanmamışlardı. Kızcağız annesine severek bakıyordu.
Bir kere bile olsun yorgunluktan şikayet etmedi. Oysa böyle bir hastaya bakmak çok zordu. Beslenmesi, altının değiştirilmesi ve yıkanması gerekiyordu. Kızcağız bütün geceyi yatakta yarı oturur pozisyonda geçiriyor annesinin nefes alıp almadığını kontrol ediyordu. Bir mayıs sabahı o güzeller güzeli vefakar anne evlatlarına hasret olarak son nefesini verdi.
Annelerinin öldüğünü duyan çocukları eve doluştu annelerinin öleceğini akıllarına getirmemiş her şeyin sonsuza kadar süreceğini sanmışlardı. Ağıt yaktılar, ağladılar ama boşuna. Eylül onları ne duydu ne de gördü. İşlerinin peşinden koşarken gelmeyen, bırak gelmeyi çoğu zaman aramayan, ona bir gün olsun bakmayanlar şimdi gelmiş ağlıyorlardı.
Annelerini toprağa koyduktan sonra birbirlerine girdiler kendi hatalarını örtmek için suçlu aradılar, araları açıldı. Annelerinden kalan toprakları o sıvasız küçük evi daha anneleri öleli bir hafta olmadan satıp paylaştılar.
Bütün kardeşler birbirleriyle küs ayrıldı ve bir daha da kimse kimseyi ne aradı ne sordu. Eylül’ün ölümüyle birlikte onu hatırlatan her şey bir anda yok olmuş ondan geriye sadece evlatlarına nasihat eden ama evlatlarının tutmadığı içinde şu güzel sözlerin yazdığı bir mektup kalmıştı. Mektupta,
-“Canım yavrularım, hayatta her şey olur, acı tatlı her gün geçer. Bu dünyada geçmemiş hiçbir şey yoktur. Yaşadığınız sürece birbirinize yardım edin. Kendinizi, kim olduğunuzu asla unutmayın. Kimsenin sözüne bakmayın. Kardeşler birbirine tutkun olmalı, her zaman birbirini arayıp sormalı. Herkesin arabası ve gelme imkanı var. Sık sık bir araya gelin. Bir araya gelmek için özel bir şey olmasını bekleyemeyin. Yaşarken birbirinizi hatırlayın. İnsan, yaşarken yapılanları hatırlar. Öldükten sonra yapamadıklarınıza pişman olmanız hiçbir şey ifade etmez çünkü giden gitmiştir yazıyordu.”
Nurten Yurtalan Çağıl. 16.10.2024
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder