Bilim ve Sanat İnsanlığın Ortak Değerleridir

Eğitimde en büyük sorunumuz: Nakilcilik ve otorite / Muhsin YAZICI

Eğitimde en büyük sorunumuz: Nakilcilik ve otorite / Muhsin YAZICI

Nedir “Çağdaşlaşma”, ya da “Çağdaş Eğitim”.

Çağdaş: Aynı çağda, hatta aynı zaman diliminde yaşayan demektir. Bu yazıyı okuyan hepimiz aynı çağda ve aynı zaman içinde yaşadığımıza göre, şimdi çağdaş kültürü almış bulunuyor muyuz?

Biliyoruz ki, her birimiz sorular karşısında hep farklı yanıtlar veririz. Örneğin, bu satırların yazıldığı günlerde “Muhteşem Yüzyıl” diye bir dizi yayınlanıyor. Dizi konusunda değerlendirmelerimiz nasıl olacaktır?

Şimdiye kadar insanlık tarihinin yapmış olduğu en büyük devrim nedir diye sorduğumuzda yanıtımız genelde bir yerlerde birleşiyor. Göçebe toplumdan, yerleşik tarım toplumuna geçmektir. Bu geçiş toplumların birbirinden farklılaşmasına ve doğa üzerindeki egemenliğe giden yolu açmıştır. 

Yerleşik toplum insanlık tarihinin ikinci büyük devrimini gerçekleştirmiştir; yazıyı kullanmaya başlaması insanlık tarihinin dönüm noktasıdır.

Söz uçmuş yazı kalmıştır. Ve o yazı ki, günümüz uygarlığının, bilimin ve kültürün kalıcılığını sağlamıştır.

Gel zaman git zaman, insanlık bugünkü düzeyine gelmiştir. Bugüne ne çağı diyoruz? Kesin olarak bilemiyoruz. Bir isim vereceğiz. Uzay Çağı, Teknoloji Çağı, Bilgisayar Çağı, vb. İsmini ne verirsek verelim, aynı zamanda da çağdaşlığı belirleyen “düşünce biçimimizdir”.

Çağdaş düşünce, sabit ilkelere bağlı kalmayan ve sabit düşünmeyen, koşullanmamış kişidir. Kişi sabit düşünmemesi için alacağı bilgilerin hangi kaynaklardan nasıl alçağı çok tartışılmıştır. Ortaçağda, gerek Hıristiyanlık dünyasında, gereksi İslam düşünürleri arasında uzun tartışmalara yol açmıştır.

Gerçeğe nasıl ulaşırız dendiğinde, Tanrı ve dinsel buyrukları en iyi şekilde insanlığa nakletmek giden yolun en önemli ayağıdır. 1058 – 1111 yılları arasında yaşayan İmam Gazali nakilci düşüncenin en önemli düşünürüdür. Eylemlerin insanların iradelerine bağlı olmayıp, Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ileri sürdüler. Onlara göre insanların yaptıkları ve yapacakları hiçbir şey kendi iradesi ile değildir.

Gazali’nin görüşlerinin, ‘sabır’‘şükür’‘tevekkül’ gibi, iktidar erkleri için ‘gerekli’ unsurları öne çıkarıyor olmasının payı büyüktür. Bugün de pek çok İslami-siyasi çevre, felsefi öz bakımından Gazali’nin görüşlerini temel almaktadır. Yani eğitim açısından bakarsak, nakilciliği savunurlar.

İslamlın genel olarak egemen olduğu toplumlarda siyasal muhalefetin çok cılız olmasının en önemli nedeni, yukarıda saydığımız, “sabır”“şükür” ve “tevekkül” anlayışıdır.

Düşünürler ve sanatçılar genellikle içe dönük ve olarak tasavvuf düşüncesine yönelmişleridir. Hacı Bektaşi Veli, Mevlana, Yunus Emre, Dadaloğlu, Karacaoğlan’ı sayabiliriz.

Batılı toplumlar değişirken doğal olarak bunalımlar sürüklenmişleridir. Her değişim yeni çözüm yollarını getirmiştir. Bireyleri ve toplumları iç demetime değil dışa dönük eyleme sürüklemitir.

Batılı toplumlar bilim ve endüstri çağının getirdiği ve getirebileceği sorunlara karşı az çok kendilerini hazırlamışlardır. Türk toplumu ise bilim ve teknoloji üretecek düzeye gelmeden kendini bu çağın içinde bulmuştur. Bu yüzden sorunlara bakış açımız bizim batı toplumlarından çok farklıdır. Ama az çok sorunların temeli hep aynıdır.

Bilgi ve teknoloji üreten toplumlar sorunları karşısında:
Neden?
Niçin?
Nasıl?
Kim sorumlu?
Çözüm ne? 
gibi soruları sorarken, biz soru sormasını bilmeyiz. Suçluyu ararız. Aslında suçlunun kendimiz olduğunun farkına bile varamayız.

Gerek dinsel kaynaklı olsun, gerek toplumsal geleneklerimizden gelsin, farklı düşünmeyi ve davranmayı otoriteye karşı gelmek olarak algılarız. Gerek Osmanlıda gerekse Cumhuriyet döneminde otoriteye karşı gelmenin sonucunu bireyler gerek iyi bilmekteyiz.

“Akıl yolu nakil yoludur” diyen anlayışın aşılamadığı ve hala toplumsal ve siyasal sorunlarımızın çözümünde en etkili kesimin “imamlar” ve “cemaat kanaat önderleriyle” arayan toplum, nakilciliğin en yoğun baskısı altındadır. Bunu bile fark edemeyen ve devleti yönetip diğer toplumlarla yarışacak kuşaklar yetiştireceğini zanneden kesimler mevcuttur.

Otoriter aile yapımız, otoriter eğitim anlayışımız, otoriter kurumlarımız düşünmenin önünde engeldirler. Farklılığı kargaşa, tartışmayı düzen bozmak olarak algılarız. Gücü ve siyasal iktidarı kim elinde tutuyorsa o doğruyu düşünüyor diye algılarız.

Nakilciliğin karşıtı, “anlamaktır”. Nakilcilik ise “bellemeyi” gerektirir. Sınava ve teste bağlı bir eğitim sisteminden öğrenciyi anlamaya zorlamak mümkün değildir. Çünkü o kadar çok bilgi yığınından sorumludur ki, olaylar arasında ki ilintiyi düşünecek ve uğraşacak zamanı yoktur.

Sorgulamayan, tartışmayan, anlamayan ve olgular arsında bağ kuramayan öğrenci kısa sürede işin öznesi olmaktan çıkıp nesnesi konumuna inmektedir. Böylece daha eğitime başlarken kendine yabancılaşan çocuk verili toplum değerlerine körü körüne bağlanmaktadır.

Nakilden bilim, bellemektense yaratıcılık çıkmayacağına göre insan yaşamına 15 yıla yakın geçen eğitim süreci hem ekonomik hem de insan yaşamının büyük kısmını heba etmektedir.
Oysa “anlamak” bağlantılar kurarak öğrenmek için çırpınır durur; durmadan soru sorar.
Bu ne?
Şu ne?
vb.

İşin garibi yaş ilerledikçe ve eğitim düzeyi arttıkça soru sorma azalmakta ve sonunda yok olmamaktadır.

Çocuğun sorularına annenin ve babanın ve öğretmenin vereceği yanıtlar o kadar önemlidir ki, toplumun düzeyini ve çocuğun geleceğini belirler. Olaylar arasında anlamlandıramadığımız yaşantımız ve anlamlandıramadığımız bilgilerimiz sadece bilgi düzeyinde kalır.

Çağdaş eğitim bilgiyi değil öğrenciyi odak noktası yapmalıdır. Öğrenciye sunulan bir bilgi diğer bilgilerle anlamlandırılamıyorsa bunun hiçbir anlamı yoktur. Bilginin diğer bilgilere bağ kurulması başka bir bilginin oluşmasına zemin hazırlar ve düşünen bir birey yaratır.

Bu anlatıldığı gibi basit bir durum değildir. Ailenin ve eğitim kurumlarının, özellikle öğretmenlerin düzeyiyle belirlenir. Eğitimin merkezinde öğretmenin olduğu yerde yukarıda saydığımız eğitimi yapmak mümkün değildir. Eğitimcilerimizin çoğu öğrenci merkezli eğitimin ne olduğunu hala kavrayamadılar. Gerçi kavrasak ta yoğun bilgi birikimi gerektiren müfredat programları buna izin vermemektedir.

Bilindiği gibi birey kendisi ve dünya arasında bağlantı kurmasını sağlayan felsefesi düşüncesidir. Ama gelin görün ki, bizim eğitim sistemimizde felsefe dersleri içi boşaltılarak ve seçmeli yapılarak adeta yok edilmiştir. Sonrada dönüp, biz sorgulayan ve eleştirel düşünceyi eğitim sistemimizde uygulayacağız demektedirler. Adeta toplumla dalga geçmektedirler.

Çocuklarımızın ve gençlerimizin gerek ailede, gerek eğitim kurumlarında gerekse toplumsal olaylarda otoriteye getirecekleri eleştiriler ve eylemler en acımasız şekilde bastırılırlar. Bu otorite anlayışı çocuklarımızın yaratıcılığını öldürmektedir. Ya da gençlerimizi daha uç noktalara şiddet kültürüne itmektedir. Polis şiddetini meşrulaştırıp, öğrenci şiddetini terör düzeyinde algılayan anlayış nasıl bir demokratik toplum yaratacaktır sormak gerekir.

Nakilciliği ve otoriteyi aşmak öyle zannedildiği gibi kolay değildir.

Kolay olan ise, geçmişin nakilciliği üzerine siyaseti, eğitimi ve toplumu şekillendirmektir. Ama bu anlayışın gelecekte yeri olmadığı da bir gerçektir.

Nakilcilik üretimin önünde engeldir. Otorite ise demokrasinin ve düşüncenin önünde duvar gibi durmaktadır.

Otoriteyi daha fazla eleştirmeden bu yazıya son vermemiz gerekiyor galiba…

Muhsin YAZICI

Spread the love

Yorum gönder