Azarlama kültürümüz / Muhsin YAZICI
Okulda bir kız öğrenci: “Derslerimiz boş geçiyor. Branş öğretmenlerimiz yok. Bizim İstanbul “da, Diyarbakır’da öğrenim gören arkadaşlarımızdan ne farkımız var? Bizler de onlar gibi öğrenim görmek istiyoruz” der.
Sen misin bakandan öğretmen isteyen!..
Hem de okul müdürünün, öğretmenlerin, valinin vb. yetkililerin söyleyemediğini söyleyeceksin.
Bakan gider, öğretmenlerden ve okul yöneticilerden azar başlar. Kız öğrenci en doğal olan “eğitim hakkı”nın yerine getirilmesini istemiştir. Sen misin isteyen. Vali varken, kaymakam varken, okul müdürü varken sen kim oluyorsun da öğretmen istiyorsun.
Bu ülkede, nadiren de olsa kız öğrencimiz gibi haddini aşanlar çıkıyor. Bu haddini aşanlara hemen en etkili yanıt verilmeli. Eğitim, sağlık, güvenlik, ulaşım gibi konularda yurttaşlar seslerini çıkarmamalı, özellikle öğrenci ise terbiye sınırlarını aşmamalıdır.
Bakan okuldan gidince azara maruz kalan kız öğrenci ne yapacağını bilemez hale gelir ve uzun süre ağlar.
Ben bir eğitimci olarak o öğrenciyi bulup özür dilemek isterdim. Eğer o ilçenin kaymakamı, ilin valisi olsaydım, o öğrenciyi azarlayan öğretmen ve yöneticiler hakkında hemen inceleme başlattırırdım. Hele o okulu ziyaret eden bakan olsaydım, bir şekilde öğrenciye ulaşır tebrik ederdim. Yurttaşlık hakkını kullanmayı bildiği ve eğitim hakkına sahip çıktığı için öğrenciyi yetiştiren anne – baba ve öğretmenlerini cesaretlendirir sorunu çözmeye çalışırdım.
Azarlanan ve hırpalanan o öğrencimiz, yaşamı boyunca bir daha çıkıp hakkını savunamayacaktır. Çünkü, hak talep etmek ve eleştiride bulunmanın öyle kolay olmadığını yaşayarak öğrenmiştir.
Toplumumuzda azarlama kültürü çok yaygın. Öğretmen – öğrencisini, müdür – öğretmenini, ilçe milli eğitim müdürü – okul müdürünü, il milli eğitim müdürü – ilçe milli eğitim müdürünü, bakan – il milli eğitim müdürünü azarlar, azarlama yetkisi ve hakkı var gibi görür. Bu zincir sadece milli eğitim için geçerli değildir, bütün kurumlarda aynen uygulanır.
Azarlama kültürü yerleşince, korku kültürü hemen etkisini gösterir. Korkutmayan ya da korkutamayan bir üst yetkili aslında bizde başarısız diye görülmeye başlanır.
Korkunun egemen olduğu kurumlarda, ailede ve toplumda insan kendini nasıl geliştirir? Yeteneklerinin farkına nasıl varır? Eleştirilerde nasıl bulunabilir? Eleştirinin oluşmadığı kurumlarda, toplumda dinamizm nasıl sağlanacaktır?
Bir kere insanların cesareti yok olunca bir daha yerine getirmek mümkün olmuyor. Yağ çekenlerle, yağ çekilenler ne güzel mutlu şekilde yaşıyorlar değil mi?
Onlarca sorun varken konuşamayan birey demokrasi içerisinde görevini yerine getiriyor.
Nasıl mı?
Susacak, susmasını bilmeyenler öğrencimizde olduğu gibi azarlanarak susturulacaktır. Susturulamazsa ve bütün öğrenciler, veliler bir bütün olarak öğretmen isterse ne yaparız demek oluyor.
Korku ve kaygı bulaşıcıdır…
En az sevgi ve özgüven kadar…
Ancak tıpkı vücuttaki kötü urlar gibi..
Kötülüklerin yayılma hızı, iyiliklerin yayılma hızından daha bir yüksektir.
Ama bizde azarlayan azarladığıyla, azarlanan da azarlandığıyla kalıyor.
Yönetenler, bu ülkenin gerçek sahibi halkı, onları iş başına getiren yurttaşı, ‘hak sahibi’olarak görmediği sürece bu azarlama, paylama sistemi değişmeyecek.
İşin acı tarafı ise devlet adamlığı kültürü yerine, azarlama kültürü giderek yaygınlaşıyor.
Azarlama kültürü de bitmeyecek ülkemde.
Üstelik yarınların sahibi olan öğrencilerimizi yetiştiren öğretmenler de bu azarlama zincirinde yerlerini alınca, sorun daha fazla büyüyor.
Sorunu nasıl mı çözeceğiz?
Galiba haddimi aştım, birileri beni azarlamalı.
Sen kim oluyor da böyle yazılar yazıyorsun diye!…
29.10.2024
Muhsin YAZICI
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder