Eleştirel düşünce / Muhsin YAZICI
Sorusuna yanıt alamayan insanoğlu karşı çıkmış, itiraz etmiş, kabullenmemiş, yerleşik kuralları zorlamış ve farklı düşüncesinin peşine düşmüş.
İyi ki düşmüş.
Eleştirel düşünce, insanoğlu kendini ifade edebildiği günden beri var. Sistemli bir biçimde, dönüşümü sağlayacak “eleştirel düşünce” “Aydınlanma Çağı”nın bir sonucudur.
Aydınlanma denince ilk akla Immanuel Kant gelir. Kant’a göre, “eleştirel düşüncenin” gelişebilmesi için”insanın ergin olmayışı” durumundan çıkıp “aklın yol göstericiliğine başvurması” düzeyine gelmesi gerektiğini belirtiyordu.
İnsanın ergin olmayışı, yaşıyla ilgili değildir. Toplumda bireylerin yetiştiği aile ortamı ve aldığı eğitimin sonucu “düşünsel erginlik” durumuyla ortaya çıkar.
Yaşları ellilere dayanmış onca insanın duygusal gelişmişlik düzeyi, çocuk düzeyindekalmışsa eleştirel akıldan bahsetmek ne kadar doğrudur.
Eleştirinin sözlük anlamı, “bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi”, diğer deyişle tenkit etmektir. “Akıl”sözcüğünün sözlük anlamına baktığımızda, “düşünme, anlama ve kavrama gücü”olduğunu görürüz. Şimdi “eleştirel aklı” tanımlamaya çalışırsak, “günlük yaşantımızda karşılaştığımız olayları, doğru olarak yorumlayabilmek ve çok yönlü düşünerek anlayabilmektir.”
İnsanoğlu olayları kavradıkça karşı çıktı. Hayır dedi. Hayır dediği için karşısına Hanlar, Şahlar, Krallar, Padişahlar, Papalar dikildi. Başına iş açtı.
Düşünen insanlar inançları ve düşünceleri uğruna acı çekerek yıllarca hapis yattılar ve öldüler; ölümlerin ne zaman biteceği de belli değil.
Farklı inandı, yakıldı; siyasal alanda eleştirdi, şiddete uğradı; cinsel tercihlerinden dolayı aşağılandı ve ötekileştirildi; ortaçağ yaşantısını eleştirdi, hedef haline getirildi; çıkar ilişkilerine çomak soktu, tehdit edildi.
Bir zamanların etkili ve yetkili bir devlet adamı vardı; Netekim Paşa şöyle buyurmuştu: “Biz kimsenin nasıl düşündüğüne karıştığımız yok. Sadece sağda solda söylemesin, yazmasın, anlatmasın yeter.”
Ne güzel özgürlük değil mi?
Eleştirel aklın gelişmediği toplumlarda ne bilim gelişir, ne de sanat. Bilimin ve sanatın gücü oluşmayınca, hoşgörü kültürü hak getire. Özgürlüğü; kendileri gibi konuşmayı, inanmayı, yaşamayı anlayanların “eleştirel akıldan” bahsetmeleri lafazanlıktan başka bir şey değildir. Hele hele siyasal iktidarlara dayanarak sağa sola caka atmak hiç değildir.
Düşündüğünü ifade edemeyen, eleştirel düşünce kültürü oluşturamayan aile, okul, siyasal parti, işletme sağlıklı gelişemez, büyüyemez. Günümüz deyimiyle “ram olurlar”. Yani sorgusuz sualsiz bağlanırlar.
Şimdi tarih babanın dediklerine bakarak birkaç soru sormak gerekiyor:
Sokrates’i kim, neden zehirledi? Şehir Tanrılarına karşı çıkıyor diye M.Ö. 399 yılında hakkında davayı kim açtı? Davayı açanların bugünkü temsilcileri kimlerdir? Ölüme mahkûm edilince içtiği zehir bugün kimleri zehirliyor? Kendisinin de dediği gibi Atinalılar onu mahkûm etmekle gerçekte ancak kendilerini mahkûm etmiş olmuyorlar mıydı?
Abbasi yöneticileri 910 yıllarında Hallacı Mansur’dan niye korktular? Halkın gözü önünde işkence geçirerek 26 Mart 922’de vahşice öldürünce, Abbası Devleti kurtuldu mu?
Giordano Bruno’un aykırı görüşlerinden kimler korktu? İleri sürdüğü düşüncelerden dolayı 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin “Engizisyon Mahkemesi’nde” yargılanıp sapık ilan edildi. Roma’da diri diri yakılarak idam edilen Giordano Bruno mu yoksa yakanlar mı saygıyla anılıyor?
Pir Sultan Abdal, halkının hak ve özgürlüklerini savundu ve bu uğurda da asla yılmadığı için, Sivas Beylerbeyi Hızır Paşa onu astırdı. Ölümünün, 1587-1590 arasındaki bir tarih olduğu sanılıyor. Pir Sultanı Abdal’ı asan Hızır Paşa’nın torunları yıllar yıllar sonra, ondan o kadar korktular ki, otelde konaklayan ve Pir Sultan Abdal’ın hak hukuk direnişini anmak isteyen 33 aydın-sanatçının akıbeti, 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal’ın akıbetine benzer şekilde oldu.
Tarihe baktığımızda onlarca, yüzlerce, binlerce insanın inancı, düşüncesi yüzünden öldürüldüğünü görürüz. Düşündüklerini ve “eleştirel düşünce” şeklinde ifade ettikleri için acı çektiler ve öldüler.
Birçoğu can için kimseye yalvarmadı.
Bugünkü uygarlığımız bir yönüyle bu acılar ve direnmeler üzerinde yükseldi.
Düşüncesinden dolayı insanoğlu bugün acı çekmekten kurtuldu mu?
Bunun yanıtını da siz verin!
Muhsin YAZICI
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder