Çocuklar-çocuklarımız: Mahkumlarımız
Anlıyoruz ama anlaşamıyoruz. Onlara bahane üretecek ve söyleyecek çok mazeretimiz var; Gitmelisin, çünkü…, yapmalısın, çünkü…, içmelisin, çünkü…, durmalısın, çünkü…, çünkü…
Çünkü içerisinde çocuğumuz özne olmaktan çıkıp yaşamın nesnesine dönüşüyor.
Hırslarımız, isteklerimiz, kendi geçmişimiz, özlemlerimiz, toplumsal ilişkilerimiz bizi öylesine mahkûm alıyor ki, bir an durup düşünemiyoruz bile.
Düşünsek ne işe yarar diyoruz.
Kocaman dişli çarkın içinde öğünmekten başka çare yok diye, “öğrenilmiş çaresizliğin” içinde yok olup gidiyoruz.
Binlerce yıldır çocuklarımızı şu ya da bu şekilde yetiştirip yaşama hazırlamışız.
Bildiğimiz ilk eğitim kurumu Mezopotamya’da Sümerler tarafından kurulduğudur.
Okul açılınca ilk soru: Çocukları nasıl eğiteceğiz diye sorulmuş.
Bugün bu soru devam ediyor. Nasıl bir çocuk eğitimi?
İlkçağda Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri krallar nasıl istemişse öyle, ortaçağda din adamları nasıl istemişse öyle, bugün ulusal anlayış nasıl istemişse öyle eğitiyoruz.
Eğitim biçimi ve düzeyi ne olursa olsun binlerce yıldır tek amaçları olduğunu görüyoruz: “Birlik ve beraberlik” içinde var olana boyun eğmek.
Çocuklarımız, yetiştirilirken ilk hedef, boyun eğmeye-itaate-zorlamışız. Boyun eğmeyenlere ne mi olmuş? İsyankâr, günahkâr denip kafaları uçurulmuş. Bu kural günümüzde de sürüyor.
İnsanlık bugün çocuk deyince: Hakları, bin bir çeşit uzmanı ve sanayisi var.
Geleceğimiz diyoruz, en değerli varlığımız olarak görüyoruz. Ve bütün olanaklarımızı çocuklarımız için aile ve devletçe harcamaya çalışıyoruz.
Her ülke, her dinsel anlayış, her okul, her ailenin kendine göre bir eğitim ve çocuk yetiştirme anlayışı var. Farklı olmasını da doğal olarak kabul edebiliriz. Ama bizler 21. Yüzyıl’da çocuklarımızı/öğrencilerimizi tutsak alıyoruz. Tutsak aracı olarak, televizyonu, bilgisayarı, telefonu, dini inançlarımızı, eğitim kurumlarımızı ve kültürel değerlerimizi katıyoruz.
İşin ilginç tarafı, bazı kesimler-cemaat kültürü-var olan dinsel ve kültürel değerlerin olduğu gibi çocuklara aktarılmamasını bir yıkım olarak görmektedirler.
Diğer taraftan modern yaşam tarzını tek çözüm yolu gören ve sürekli bilimsel çalışma ürünü diye çocuklarımıza dayatmamız da aynı sonucu vermektedir.
Buradaki sorun çocuğa kimim hükmedeceğidir. Aslında çocukların kendileriyle anlaşan ve çocukluğunu ve gençliğini yaşayacak değil, gelecekteki modelleri olarak tasarlayıp düşünüp müdahale edilmesi sorun yaratmaktadır.
Biz büyükler çocuklarımıza bir şeyler öğretirken bizler de onlardan çok şey öğreniyoruz. Ne anne-babalar, ne kurumlarımız, nede eğitimcilerimiz bu duruma hazır. Kafamızda ve resmi kurumlardaki müfredatı önceden bir kalıba göre şekillendiriyoruz ve bu kalıba bütün çocuklarımızın uymasını istiyoruz.
Öylesine kalıplarımız sabitleşiyor ki, öğrencisi öğretmenine bir soru sorar, öğretmeni bu soruyu bilmediğini öğrenip yarın birlikte çözelim der. Okul yöneticisi bunu duyar, vay sen misin, öğrencinin sorduğu soruyu bilmeyen.
Öğretmenin yetersizliğinden dolayı görevden uzaklaştırılması için çaba harcamaya başlar.
Kafamızda oluşturduğumuz şablona uygun bilgi yoksa sorun var zannediyoruz. Bu kafa “nakilci ve ezberci” kafadır.
Çocuklar, çocuklarımız, bazılarımız için yüzbinlerce lira para harcamamızı gerektiriyor, bazılarımız için çalıştırmamız zorunlu oluyor. İster sokağa düşen çocuklar olsun, ister ‘el bebek-gül bebek’ büyüyen çocuklarımız olsun, özünde bakış açımızda bir fark yok. Hep biz büyükler kendi istek ve duygularımızla onlara şekil verdik, veriyoruz.
Bu yazıyı okuyan birçok kişi hemen, “Ya onu doğuran biz değil miyiz. Onca uğraştıktan sonra kültür ve geleneklerimiz onlara öğretme hakkımız yok mu” diye sorabilir.
Tabi ki var. Biz kültürel değerlerimizin geleneklerimizin aktarılmasında bir sorun görmüyoruz. Ama aile, devlet, cemaat, aşiret vb. kurum ve kuruluşlar çocuklarımızı âdeta birer rehine gibi kendi kalıpları dışından gelen her şeye kapatıyorlar.
Kapitalist ekonomik zihniyetin egemenliğinde sosyal devlet giderek zayıflayınca bu açığı kapatmak için oluşturulan sivil toplum kuruluşları bile kendi ideolojik değer ve amaçlarını çocuklarımıza dayatır oldu. Ve bazı liberal kafalar bunun alternatifinin dahi olmadığını söylemeye başladılar. Artık küresel egemenliğin karşısında davranış olmaz. Uyacaksınız. Kafese girmeseniz koca küresel köyün dışına düşersiniz demeye başladılar.
İnsanoğlu doğadan koptuğu günden beri giderek kendine yabancılaşmaya başladı. Sokrat’ın, “insanoğlu kendini tanı” sözün günümüzde daha önem kazanmakta. İletişim araçları çoğaldıkça ve mesafeler azaldıkça, insan ilişkilerindeki uzaklık giderek inanılmaz düzeye çıkmakta. Sanal iletişim, sanal insan yaratmaya başladı. Çok küçük yaşlardaki çocuklarımız bile bu sanal ortama mahkûm olmaya başladılar.
Modern insan, kendi kurduğu modern kurumlar içinde kendini adeta hapsetmiştir.
Ve çocuklarımızı sadece modern kurumların, iletişim araçlarının yanında bir de aile dediğimiz anne-babanın kölesi durumuna düşürdük. Gelişen toplumsal ilişkilerin özünü anlamayan ve kavramayan anne-baba daha çabuk uyum sağlayan çocuk/genç karşısında aciz duruma düşüyor ve adeta kontrol edeceğim diye birer gardiyan görevi üstleniyorlar.
Ve özgürleştiğimizi sandıkça çıkar ilişkilerinin birer kölesi durumuna düştük. İnanılmaz düzeyde ekonomik güce ulaşan işletmeler ve kuruluşlar, kendi çıkarları için modern anlayış diye bütün yaşamı düzenlemeye başladılar. Sözde bilim ve sanatçılarda bunların anlayışını bütün topluma dayatarak kabul etmemizi sağladılar. Çokta başarılı oldular.
Ve bizler gönüllü köleler olduk. Bu modern köleliğe karşı duruş olarak, modern toplumun yıkıcılığını önlemenin en geçerli yolunu “inançlarla” aşmaya yani köleliği bir başka yönden dayatmaya çalışıyorlar.
Yani diyorlar diğer kafesten bizim kafesimiz daha iyidir.
Bizler kafesleri seçmek zorunda mıyız?
Yoksa kendimize başka kafesler mi ariyacağız?
Kafesleri kaldırsak ne sorunu yaşarız acaba?
Özgür çocuk ve özgür yurttaş yetiştirmek kimin işine gelmez?
Kral çıplak demenin zamanı gelmedi mi?
Ve binbir belaya karşın insanoğlu kendi özünü ve özgürlüğünü bir gün mutlaka bulacaktır diyen büyük ozanımız Can Yücel’in bir şiiri ile bitirelim;
Anayasası insanın
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman
Yorum gönder