Baskıcı yönetimler hastalıklı toplum yaratır / Muhsin YAZICI
78 yaşındaki Bertnand Russell, Stockholm’de 1 Aralık 1950 tarihinde büyük Nobel ödülünü almak üzere sahneye çıktı. Bilge kişiliği ile mükemmel bir konuşma yaptı…
Russell bu konuşmasında dört sonsuz güdüye işaret eder: Açgözlülük, Rekabet, Gösteriş ve İktidar aşkı.
İktidar aşkını açıklarken aşağıdaki tanımı yapar.
“Herhangi bir otokrattık rejimde, gücü elinde bulunduranlar, gücün sağlayabileceği zevkleri yaşayıp tattıkça giderek daha zalim hale gelirler. İnsanlar üzerindeki güç, onlara yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya zorlayarak gösterildiğinden, iktidar aşkıyla hareket eden insan, yönettiklerine rahat yaşamalarına izin vermektense kendi zevki için acı çektirmeye daha yatkındır.”
Bu tanımı okuyunca az gelişmiş, yöneticilerinin çok lüks yaşadığı coğrafyayı anımsadım. Artık otokratik mi? Diktatörlük mü? Ne desek bilemedim. Ama bildiğim tek şey var. Bunlar saraylarda, üstelik yazlık – kışlık, oturma – çalışma, konuk karşılama sarayları mevcut olarak yaşarlar. Gösterişi bir statü olarak gösterirler. Hatta “bu gösterişten tasarruf olmaz” diye halkı bile inandırırlar.
Saddam’ı astılar, uzun süre saraylarını ve lüksünü izlettiler. Kaddafi’yi vahşice öldürdüler. Lüks çadırlarını sergilediler. Beşar Esad biraz daha şanslı ve uyanık çıktı. O Rusya’ya tüydü. Bugünlerde saray gazete ve televizyonları olarak bilinen basın kuruluşları Beşar Esad’ın sarayını ve lüksünü bir hışımla yayınlıyorlar.
San ki Suriye’de demokrasi vardı da, Esad yok etti. İslam coğrafyasında zaten demokrasiyi “kafir” yönetimi olarak görürler. Egemenliği halkın iradesi olarak asla kabul etmezler. Allah’ın iradesine ve egemenliğine isyan olarak algıladıklarından seçimlerde oy bile vermek istemezler. Oy vermeye giderlerse de demokrasi karşıtlarını desteklerler… Ola ki, Mısır’da Nasır gibi laik ve modern devlet kurmak isteyenler dış ve iç gerici güçler tarafından yok edilirler. Bu güçler günümüzde modern devlet kuran Mustafa Kemal Atatürk’e ve devrimlerine acımasızca saldırmaktadırlar. Batılı güçler geri kalmış, üretim dışı bir toplum isterken, yerli gerici güçlerde ellerindeki sömürü ağının yıkılmasını önlemeye çalışırlar.
Bir ülkenin demokrasi kültürünü ve gelişmişliğini anlamak istiyorsanız seçilen kişilerin yaşam biçimi, ekonomik gücü, davranış biçimlerine bakın. Hızlıca değişiyorsa Bertrand Russell’ın yapmış olduğu tanıma tam uyuyordur.
Artık tüm devlet kurumları, basını o yöneticiyi memnun ve mutlu etmek için uğraşırlar. Görev alması, yükselmesi, ihale almalarının başka bir kuralı yoktur. İhale yasaları, seçim yasaları o kişiye ve çıkarına bağlanır.
Her muktedir sonunda devleti kişiliğinde simgeleştirir. “Ben gidersem devlet yıkılır” havası egemen olur. Aslında bu “ben gidersen sizler de gider çıkarlarınızdan olursunuz” demektir.
Diktatörlüklerin kaynakları değişmektedir. Askeri diktatörlükler, askeri subaylar tarafından kontrol edilirken, tek parti diktatörlükleri siyasi parti liderliği tarafından kontrol edilmektedir ve kişisel diktatörlükler tek bir birey tarafından kontrol edilmektedir.
Dünya tarihine baktığımızda o kadar çok diktatörlük var ki, hangisini sayayım…
Ama günümüzde bu diktatörlüklere bir yenisi ekleniyor. “Bilgi – teknoloji – ticaret” hegemonyası..
Bu diktatörlüğün hamisi şimdilik Donald Trump olarak gözüküyor.
Nereye ve nasıl everileceği şimdilik meçhul. Yaşayıp göreceğiz.
Demokrasiyi geliştirip korumak günümüzde giderek zorlaşmakta…
Mahallede en çok saygı gören lüks arabalı kaçakçı, ihale yolsuzluğu yapan, görevini kötüye kullanan varsa… Bir toplumda kaçakçı öğretmenden çok saygı görüyorsa o toplum hastadır.
Baskıcı yönetimler kendi içlerinde yozlaşmakla kalmazlar, yönettikleri toplumları da hasta ederler…
15.12.2024
Muhsin YAZICI
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder