Bilim ve Sanat İnsanlığın Ortak Değerleridir

Zehirli miras: Nefret / Erdal ATABEK

Zehirli miras: Nefret / Erdal ATABEK

Toplumsal mirasların en tehlikelisi budur: Nefret.

Kuşaktan kuşağa aktarılan kültürel DNA’ya kazınmış bir duygu olarak “nefret”, güçlü bir önyargıya dayanır:

“Ben Arap’ım, onlar Yahudi.”

“Ben Müslümanım, onlar Musevi.”

“Ben buranın yerlisiyim, onlar işgalci”.

Filistin-İsrail karşıtlığının temelinde bu güçlü duygu da var.

Toplumların yönetiminde bu önyargılara dayanan güçlü duyguların köpürtülmesi her zaman işe yaramıştır.

“Nefret-öfke-korku” üçgeni bir toplumun hareketini güdülemekte çok güçlü bir rol oynar.

Tarih boyunca yaşanan savaşlarda bu duygusal karşıtlık her zaman “savaş nedeni” olarak ortaya atılmıştır.

Sömürge savaşları “ilkel toplumları uygar yapmak için” bahanesinin arkasına saklanıyordu.

Emperyalistler Ortadoğu’ya “demokrasi getirmek için” giriyorlardı.

İsrail, “seçilmiş halka vaat edilmiş toprakları” almak için Filistin’e gelmişlerdi.

Buraya nasıl geldikleri, nasıl yerleştikleri, bu toprakları nasıl satın aldıkları ibret verici bir öyküdür.

Işık Kansu’nun 14 Ekim Cumartesi günü gazetemizde çıkan çok önemli yazısında bu öykü açıkça anlatılıyor. 

Günümüzde yaşanan Hamas-İsrail savaşında da gene bu duygu üçgeni yaşamların tehdididir: Nefret-öfke-korku.

ÖLÜMCÜL KİMLİKLER

Amin Maalouf’un bu çok önemli yapıtı, kimliklerin nasıl ölümcül olabildiğini örnekleriyle açıklıyor.

Lübnan’da doğan, Fransa’da yaşayan bu Hıristiyan ailenin dinle ilgisiz çocuğu olan yazar, kendi örneğini de vererek insan yaşamında “kimliklerin” nasıl önemli olduğunu açıklıyor.

Günümüzün toplumları da emperyalist kapitalizmin ulaştığı “küreselleşme” aşamasında kimliklerini kaybetme korkusuyla dinlerine ve etnik kökenlerine nasıl sığındıklarını görüyorlar.

Farklı dinler, mezhepler, etnik kökenler kendilerine sığınan kitlelerde yeni “nefretler-öfkeler-korkular” yaratıyorlar.

Dünyanın yağmacıları da bu duygulardan yararlanarak kendi çıkarları için yeni savaşların bahanelerini yaratıyorlar.

İnsanlık, geçmiş yüzyılların “hümanist- insancıl” yaklaşımlarını unutmuş görünüyor.

“Aydınlanma Devrimi”, insan aklının, insanın özgür iradesinin, bilimin önderliği bir kenara itilmiş görünüyor.

“İnsan kimliği”nin eşitlik, özgürlük, paylaşım idealleri bu yağmacı boğuşmanın içinde duyulmaz oluyor.

YA BİZİM DURUMUMUZ?

Atatürk Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında bizim hangi mirası aldığımızı yeniden düşünmemiz zorunlu.

Bizim aldığımız miras:

Bağımsızlıktır. 

Laikliktir.

Laik eğitimdir.

Egemenlik ulusundur.

Köyden başlayan kalkınmadır.

Tarımdır, endüstridir.

Çağdaş uygarlıktır.

Bugün, yüz yıl sonrasında bizim bu mirası daha da geliştirmemiz, daha da zenginleştirmemiz gerekirdi.

Oysa bugün;

Ne bağımsızlığımız kaldı,

Ne laiklikten söz edebiliriz,

Ne laik eğitim uygulanıyor. 

Egemenlik tek adama devredilmiş durumdadır,

Köy diye bir şey kalmamıştır,

Tarım çökmüş, endüstri zorlanmıştır,

Çağdaş uygarlık yerine bir Ortadoğu ülkesi olmak yolundayız.

Ne yazık ki ülkemizde “dostluk-kardeşlik-dayanışma” yerine, “ayrımcılık, mezhepçilik, kabilecilik” yönetim tarafından dayatılmıştır.

Gençlik “dindar ve kindar” yapılmaya çalışılmaktadır.

Toplumun güven duygusu yok edilmiş, yarınından kuşku duyan kitleler “suskunluk ve korku” çemberine tıkılmıştır.

21 yıllık AKP iktidarının ülkemizdeki bilançosu budur:

Sürekli artan hayat pahalılığına karşı “sabır”.

Emekçiye-emekliye “para yok”.

Hakkını arayana polis, dayak, gözaltı.

Gerçekleri açıklayana hapishane.

İktidarı eleştirene “terörist suçlaması”.

SARAY’IN ESİRLERİ

Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, Hamas ve İsrail esirlerinin karşılıklı takası için aracılık önermiş.

Bizim “Saray’ın esirleri” için de bir şey düşünülür mü acaba?

Osman Kavala

Selahattin Demirtaş

Can Atalay

Barış Pehlivan

Gezi davası tutukluları

Ulusalcı generaller

Adaleti yok sayarak hapiste tutulan bu insanlarımız için bir şey düşünülüyor mu acaba?

Yoksa onlar da nefret suçunun kurbanları mıdır?

Bilmek hakkımızdır…

Spread the love

Yorum gönder