Osmanlı Matematik kitabı ne zaman yazdı? / Prof. Dr. Doğan KUBAN
Osmanlı meraklıları herhalde Osmanlı matematikçilerini de merak ederler! Onlara Osmanlıların matematik tarihinde hiçbir yerleri olmadığını başından haber verip bunun cezasını nasıl çektiğimizi anlatmak istiyorum.
Matematik bilen astronomlara müneccim olarak bakıp, Orta Asya’dan müneccim olarak çağrılan Ali Kuşçu’yu, Şam’dan da aynı sıfatla çağrılan Takiyüddin’i Osmanlı matematikçisi göstermek gibi, şarlatanlıktan vazgeçersek, Osmanlı’nın yetiştirdiği bir matematikçi yok.
Ama bu günün insanı matematiği cebinde taşıyor. Cepteki telefonlar, evdeki, iş yerlerindeki bilgisayarlar, alış veriş merkezlerinin kasaları, bankalar, ordunun topları, füzeleri, uçaklar, otomobiller, makinalar, inşa edilen yapılar, köprüler, tüneller tümü matematiğe dayalı bilimsel ve teknik kuram ve uygulamalara oturuyor.
Osmanlı matematik tarihi yok
İlkokulda öğrendiğiniz artı, eksi, çarpı, bölü işaretlerini içeren kitaplar Osmanlı döneminde ne zaman basılmış? İçinizde bilen var mı? Araplar Hintlilerden, Avrupalılar İspanya Müslümanlarından aldıkları için, Arap rakamları denilen rakamlarla basılmış kitap olarak ve 12. yüzyılda yaşamı ve cebir hesabının yaratıcısı olarak bilinen Harezmi’nin adını, basılmış kitapta gören Osmanlılar hangi yüzyılın insanlarıydı?
Bunları bilemezsiniz. Çünkü Osmanlı matematik tarihi diye bir şey yok.
Rönesans’a kâfir işi diye bakan Osmanlı, dünya egemenliğini Avrupa’ya, yani karşı olduğu Hıristiyanlara kaptırmış.
Osmanlı medresesi ne Rönesans’tan ne de Harezmi’den söz eder. Bu suskunluk, ister bilgisizlikten ister dinsel ideolojiden kaynaklansın, bir bilim düşmanlığı işaretidir.
Osmanlı tarihinin medreselilerle ilgili en önemli kitabı Taşköprülüzade’nin Şakayı’ı Numaniye’sidir. Ünlü Osmanlı bilim adamlarını (!), yani ünlü mollaları anlatır. Osmanlıcı vatandaşların bu kitaptan haberi olanlar doğal olarak çok azdır. Oradaki listeye bakarsanız matematikle ilgili bir iki ad bulabilirsiniz. Fakat ne ürettiklerine ilişkin bir şey bulamazsınız.
Matematik mi? O da ne?
18. yüzyılda Osmanlılar arasında matematikten haberli bir molla olmadığı için, Osmanlı’nın sarıldığı son kurtarıcı olan ordunun batılı bilgilerle yetişmesi gerektiği zaman kurulan ilk Topçu Okulu Humbarahane oldu (1738). O zaman için bu tür bir mühendis okulunun programını anlayacak Osmanlı olmadığı için, başına Fransız kontu Bonneval (Humbaracı Ahmet paşa) getirildi. Daha önce Avusturya İmparatoru için de çalışmıştı. Bugün bu şanlı cahil çağı, ne olduğunu bilmeden seven romantik sevgilileri var.
Osmanlıyı ağızlarından düşürmeyenlerin Osmanlıyı neden öğrenmediklerini düşünürüm. Şimdi anlıyorum. Onları kendi cehaletlerine yakın buluyorlar. Bilgisizlik ortak bir özellik. Şirketler teknoloji ithal ediyorlar. Profesörler kes- yapıştır yöntemi kullanıyor. Öğrenciler de İngilizce öğrenen müşteri ve tüketiciler oluyor.
Şimdi yabancılar paşa ya da işgal askeri değil. Kredi ile para veren yabancı bankalar ve Türkiye’yi satın alan (pardon, Türkiye’ye yatırım yapan) birileri. Bu, uluslararası kapitalizmin evrensel mekanizması. Alan da veren de memnun. Üstelik evrensel bir ağ içinde bir para dönüşüm sistemi. Burada ulusal politika yok. Satıcılara uyum var. Sadece, adları farklı olsa da, simgesel olarak molla ve sultan gerekiyor. Bu çok iyi işleyen sistemde para paritelerini iyi bilmek gerek.
Derleme dilde ne yazılır?
Sevgili Okuyucular,
Bu toplum ne zamandan bu yana nal topluyor? Şu soruların yanıtlarını araştırın. Dünya matematikçileri arasında Osmanlı var mı? Hiç olmamış. Ömer Hayyam gibi hem dünyanın bildiği bir şair hem matematikçi var mı? Hayyam’dan esinlenip rübai yazmış var. Ama matematiğinden esinlenen matematikçi olmamış. Farsça eski ve kendi içine oldukça saf kalmış bir dildi. Osmanlıca denen derleme dilde, yetenekli olanlar da, özgün bir şiir yazamadılar.
Bugün bizim Türk dilli Müslüman halkın bir kimlik sorununun dilsizlikle ilişkisi var.
Tarihi anımsamakta her zaman yarar vardır: Ertuğrul’un oğlu Osman adıyla Türklükten Araplığa terfi etmiş (!?) Arap halifesinin adı devlete verilmiş, yetişmemiş dile verilmiş. O zaman Ukraynalı bir esir kız da Osmanlı valide sultanı oluvermiş. Osmanlıca Türkçe olmaktan çıkınca Arapça, Farsça kullanmak bir tür asalet gösterisine dönüşmüş. Şimdi ‘bye bye’ diyen köylüler gibi. Çok ucuz bir dönüşüm. Osmanlıca sayısı az okumuşun kimliği olunca, kimse dünya edebiyatına girecek bir yapıt yaratamamış. Kendi içimizde caka satmışız. Yetenekli olanlar da harcanmış. Bu Esperanto, Osmanlı ve Türk cehaletinin temelidir. Bu halk dilini dışlamıştır. Halk da onu dışlamıştır.
Mevlana kitabını Farsça yazdı
İbni Sina’nın göç ettiği Samani Buhara’sı gelişmiş bir kentti. İbni Sina, Gazneli Mahmut’un devamlı izlemesinden kaçarak İsfahan’a sığınmıştı. Fakat Selçuk İsfahanı belki onu kabul etmezdi.
Günümüz Türk tarihçileri Mevlana’yı Anadolu kültürünün parçası olarak görürler. Mevlevilik ve tasavvuf bağlamında bu doğrudur. Fakat Dünya, Mesnevi şairini İranlı görür. Türkçeyi hor gören divan şairleri Türk şiirini dünya sahnesine çıkaramadılar.
İslam ile Arapçayı, Fars edebi kültürü ve Farsçayı, İran’ın İslam yorumunu, tasavvufu ithal ettik. Bugün ithal mallarını ve modayı nasıl kullanıyorsak, o zaman da, iyi taklitçiler vardı. Mevlana, babası Bahattin Velet ile Türkiye’ye geldi. Ama kitabını Farsça yazdı. Tarikat de kurdu. Ama biz Mevlana yetiştiremedik. Dünya Mevlana’yı Türk değil, İran şairi olarak biliyor.
İbni Sina’ın yaşadığı Samani Buhara’sı, Selçuklu Isfahan’ından ileri olabilir. Öyle bir ortam Mengücek Erzincan’ında yoktu. Mevlana’yı günlük yaşam dışında Türkçe öğrenmeye teşvik edecek bir kültürel ortam Konya’da da olmadı. Osmanlı çağı Türk dilinin edebiyatını yaratmadı. Evrensel olamayan bir şiir üslubu yarattı. Ama Firdevsi, Hayyam, Hafız ne de Sadi Osmanlı’dan çıkamadı.
Özgün katkı: Askeri eğitim
Osmanlı’nın İslam tarihine özgün katkısı İslam’ı Batıya karşı yüzyıllarca savunması ve geliştirmeye çalıştığı askeri eğitimdir. Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşanın öldürülmesinden sonra 1. Mahmut zamanında açılan Humbarahane (Topçu) okulunun kurucusu Fransız kontu Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa) oldu. Mühendishane-i Bahri-i Hümayunu da Fransızlar kurdular. Bu Avrupa vesayeti, Düyun-u Umumiye’ye kadar sürdü. Medrese 19. yüzyıl sonuna kadar üniversitenin açılıp yürümesine olanak vermedi. Bektaşi yeniçeriler her zaman Sünni medrese ile birlikte kargaşa çıkardılar. Bu da Tanzimat’a kadar sürdü. Geç kalmıştık.
Karagöz oyunu
Mustafa Kemal ve etrafında Kurtuluş Savaşı’nda can ve emek koyanlar, sosyal devrimler aşamasında Türkiye’de küçük, inançlı bir azınlıktı.
1950’den sonra Anglo-Amerikan politikasının İslam dünyası planı uygulanmaya başlayınca, Türkiye İslam dünyasına entegre edilmeye çalışıldı. 15 yılda başardığımız olağanüstü çağdaşlaşma enerjisi, özellikle 1980’den sonra törpülendi.
Bugünkü mücadele kültürel içeriği boş, niteliksiz bir politik çekişmedir. İslam’ın 12. yüzyılda Rönesans bileşeni olacak nitelikteki entelektüel atılımı ile karşılaştırınca, yaşamları çağdaş teknoloji tüketimi ile geçenlerin, kendi hayallerini dünya sahnesinde sergiledikleri karagöz oyunundan öte bir nitelik taşımıyor.
Doğan Kuban
Yorum gönder