Öldürmek, bir uygarlık bileşeni olabilir mi? / Prof. Dr. Doğan Kuban
Sevgili Okuyucular, bizim, tiyatro açısından Yunan’dan 2400 yıl geride olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Gerçi biri çıkıp bizde de Karagöz vardı, diyebilir. Bir Karagöz oyunu teksti ile Euripides’i hiç yan yana okudunuz mu?
Uygarlık kişi bağlamında ya da toplum bağlamında eğitim ve öğretim anlamına gelmiyor. Bunlar sadece bileşenler. Eskiden imza atabilenin okuma yazma bildiği düşünülen bir ülkede yaşıyoruz. Uygarlık bağlamında bilinç, imza atmasını bilenler kadar.
Bu kavramın en aldatıcı yanı, uygar diye bilinen ülkelerin en büyük cinayetleri işleyenler olması. Silah en çok onlarda. Mesela bir bomba ile 100 bin kişiyi öldüren Amerikalı kahramanlar. Kahramanlık artık Leonidas dönemindeki gibi değil. Her saçma ideoloji için adam öldüren kahraman olursa, uygar olmayan kalmaz. Eğer öldürmek uygarlık bileşeni olursa, dünya kovboyların ‘Free country’ (özgür ülke) dedikleri, hızlı çekenin önüne geleni soyduğu çağa dönebilir. Eskiler buna için ‘Tut kelin perçeminden!’ derlerdi.
İnsanca davranış modeli…
Uygarlık, ‘insanca’ dediğimiz sayısız davranışı içeren, kişiden başlayıp toplumlara yayılmış, sözlere, düşüncelere, atasözlerine, felsefelere, inançlara sızmış, dünyanın her köşesinde duyarlı, akıllı insanların davranışlarını yönlendirmiş, insanların birlikte yaşamalarına olanak veren toplumsal ve psikolojik davranış modelleridir. Temelde, insana saygıda temellenmiş olmalıdır.
Cinayet, yalan, hırsızlık ve sömürü ile dolu bir dünyada yaşadığımız için, olasılıkla kötü örnekler iyilerden daha çok ‘rating’ yapıyor. Medya da onu yansıtıyor. Fakat arada bir ‘uygarlık bu olmalı !’ dediğiniz durumlar var.
Hollanda’nın yeni kralını seçen törenlerde Amsterdam’da André Rieu Orkestrasının konserini dinledim. Daha doğrusu Hollanda halkının musiki ile akıl almaz coşkulu ilişkisini seyrettim. Orkestranın çaldığı şarkı ve marşların söylenmesine binlerce dinleyici katılıyordu. Kuşkusuz bu çok özel bir konserdi. Fakat musikinin temel uygarlık ölçütlerinden biri olması gerektiğini kanıtlıyordu.
Musiki kadar hiçbir şey bu duygusal ortaklığı sağlayamaz. Belki aklınıza spor yarışmalar ve maçlar gelecektir. Fakat bunların uygarlık gösterisi olduğunu sanmıyorum. Örgütlenmeleri uygarca bir davranış olarak görülebilir. Konserde 15-20 marş ve şarkının büyük çoğunluğuna binlerce kişi katıldı. Musiki dinleyicisi olanlar onun kendilerini bir nehir gibi alıp götürdüğünü bilirler.
Öpüşme
Daha basit bir uygarlık gösterisi daha keşfettim: Sevgili ya da karı koca kalabalıkta utanmadan öpüşüyorlarsa bu bir uygar toplum gösterisidir. Öpüşme seksten çok sevginin gösterisidir. Müslüman bir toplumda yan yana bile yürümeyen karı koca ne kol kola girer, ne el ele tutuşur, ne birbirlerini öperler. Neden? Çünkü kadınla erkeğin birbirlerine yakınlaşmaları İslam toplumunda ancak seks olarak görülür. Kadın ve erkek arasında sevgi dışlanmıştır. Bu yorum, sosyal gerginlikler yaratmakla kalmaz, toplumun sevgi potansiyelini de azaltır.
Dinin, toplumlar üzerindeki etkisi küçümsenemez. Dünyada dinden daha güçlü olarak insanları etkileyen hiçbir ideoloji yoktur. Kaldı ki bu kadar uzun etkili olan da yoktur. Fakat bu uzun yaşam ve etkili güç, tarih boyunca politik ve ekonomik amaçlarla, dini inancın saptırılmasına ve din dışı amaçlarla yönlendirilmesine olanak vermiştir. Bunu en uygar toplumların tarihinde bulmak, insanların karakterleri bağlamında umut kırıcıdır.
Dinlerin ortak yasakları
Bütün dinler pek çok günah arasında üç tanesini büyük günah sayarlar. Öldürmek, hırsızlık, ve yalan söylemek. Dindar insanlar buna inanırlar. Dini kitaplar bunların cezasını da söyler, örneğin İslam şeriatında çalanın eli kesilir. İnsanın bu günahlara kapılmaması için eğitimli olması gerekmez. Benim dindar anneannem dahil, tanıdığım pek çok iyi insan okuma yazma bilmiyordu. Dünyanın en uygar toplumları da, kişi ve toplum olarak öldüren çalan ve yalan söyleyenlerle dolu.
Din, çalmayı hukuk gibi tanımlamaz, tanım sade ve dolambaçsızdır. Hukuk ise bir kılıf bulup geçirme yöntemidir. Bütün dünya parlamentoları bu işi yapan uzmanlarla doludur. Politika da, uluslararası bir yalan söyleme ve safsata (sofizm) yöntemidir. Toplumlar geliştikçe bu bilgiler bilime bile dönüşürler.
Yalanı doktrin haline getiren devletler var. Kısacası uygarlık-din ilişkisi suç bağlamında bir anlam taşımaz. Uygarlık daha kapsamlı bir birikimdir. Din aracılığı ile tanımlanamaz.
Uygarlık bir milliyet de tanımlamaz. İnsanlık iyi çalanı, iyi öldüreni hangi amaçla olursa olsun mahkum ediyor. Safkan dindar olmaz, bütün dinler kazanç hanelerine yeni devşirmeleri yazarlar ve şimdiye kadar hiçbir tarih ve bilim safkan Türk, Arap, İranlı, Alman’ın daha namuslu olduğunu kanıtlamamıştır.
Hitler, Mussolini ve dünyanın her köşesinde sayısız irili ufaklı diktatörün yaptıkları uygar toplumla diktatörlük arasında doğru ilişki olduğunu gösteren bir gerçek sergilemez.
Cumhuriyetçilikle uygarlık arasında ilişki daha karmaşıktır. Herhangi bir insanın dindar ya da milliyetçi olması cumhuriyetçi olmasına engel olmamıştır. Türkiye halk partisi üyeleri de ötekiler gibi dindar ve milliyetçidir. Eğer yalın akıl perspektiflerinden bakılırsa dinci parti, milliyetçi parti, cumhuriyetçi parti yaftaları uygar insanlar tanımlamaz. Galatasaraylı, Fenerli ya da Beşiktaşlı olmak da insanı daha uygar yapmaz.
Uygar nasıl tanımlanır?
Uygarlık, herhangi bir parti mensubu olmak değildir. İstatistik farklılıklar olduğu zaman bunun nedeni başkadır. Bilgi, görgü, kentsel gelenek, yaşam kalitesi bazı farklılıklar yaratır. Fakat bunlar da doğrudan uygarlık nedenler değildir. Dünyanın en büyük insanlık cinayetlerini Avrupalılar işledi. Fakat toplumsal uygarlıkla ilgili en ileri düşünceleri de onlar geliştirdiler. Ne var ki insan beyni iyilik ve kötülüğü birbirine yakın oranlarda üretiyor. Yin ve Yang dengeli. Kadın erkek nüfusu da dengelidir.
İnsanları davranışları bağlamında bazı doğru gözlemler yapılabilir. Bunlar bilimsel değil, istatistiksel gerçeklerdir. Örneğin, hırsız ya da sahtekar politikacı ve tüccarlar arasında daha çok çıkar. Matematikçi, ressam ve müzisyenden çıkmaz.
Olasılıkla bilim, sanat ve uygarlık arasındaki ilişki daha çok irdelemeye değer. İdama giden fizikçi ya da biyolog sayısı pek bulunmaz ama politikacı, tüccar hatta asker bulunabilir. Yani nedeni ne olursa olsun, bilim adamı daha güvenilir bir yafta gibi gözüküyor.
Öte yandan kilise Galileo Galilei’yi mahkum eder. Sünni Müslümanlar sufi Haccac’ı yakarlar. Atina hakimleri Sokrates’e zehir içirebilirler. Bunlar daha çok geçmiş, daha uygar olmamış dönemlerin hikayeleridir.
Uygarlık insan toplumunun dini ve politik yaşamındaki insan merkezli kuralların birbirleriyle buluşarak politik özgürlük, toplumsal ahlak, adalet, estetik konularında geliştirip kurallaştırdığı insan merkezli davranışlar bütünüdür. Zaman zaman sınıfsal despotizmin, kişisel despotizmin, savaşların zorladığı gerilim ya da sömürü dönemleri yaşanmış, politik, dini, ekonomik baskılar olarak toplumların yaşamını alt üst etmiştik.
Bu toplumsal-evrensel süreçlerin en uzun aşaması kapitalizmdir. Günümüzde insan için uygarlıktan toplumsal uygarlığa, uygarlık için uygarlığa doğru bir gelişmenin içinde yaşayan ülkeler var. Bunun en önemli göstergesi de kişi özgürlüğünün en az kısıtlamalara tabi olmasıdır. Uygarlığın hiçbir konfor aracı ve olanağı ile ilgisi yoktur. Temeli insan güvenliği ve özgürlüğüdür, ve bu yasa ile değil, tarihi birikimle gerçekleşiyor. Kültürler farklıdır. Fakat her kültürün kendi uygarlığını yaşadığı düşüncesi boş bir övünmedir.
Doğan Kuban
Doğan Kuban‘ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT Dergi 238. sayıda yayınlanmıştır.
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder