Söz sırası hayvanlarda | Burak Soyer
Joni Murphy’nin yazdığı “Konuşan Hayvanlar”, insanın içinde debelenip durduğu çaresizliği, öküz altına buzağı aramaya yer bırakmadan, bu çaresizliğin öznesini sadece hayvanlarla yer değiştirterek eşit konuma getirirken, iklim krizi, açlık, ekonomik kriz, kapitalizm, ötekileştirme ve birçok konuya hayvanlar âleminden bakıyor.
İnsanın kendini dünyanın efendisi olarak gören egosuyla süren tatlı sürtüşmesi bitmediği ve bunu bitirmeye de niyeti olmadığı için adım attığı her yeri “büyüme” amacıyla harcamasından mütevellit, nefes alma alanımız gittikçe azalıyor. Doğayla farklı bir çıkarı ve ilişkisi bulunan insanın nice kendinden olan, olmayan nice canlı ve cansızın ömrünü yediğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Üç kuruşluk beyni var diye kendi dışındakilere her şeyi yapmayı reva gören insan, bu dünyanın kaderini çoktan çizdi ancak sonunu o mu getirir, işte orası meçhul. İşin daha beter kısmı ise; herkesin bunun farkında olmadan bir şekilde hayatına devam ediyor oluşu. Peki duruma müdahale etme şansımız olsa ve hikâyenin öznesini hayvanla değiştirsek ne olurdu? New Mexicolu yazar ve ressam Joni Murphy’nin 2016 yılında yayımlanan ve Daily Mail ile Globe tarafından “Yılın En İyi 100 Romanı” arasında gösterilen “Double Teenage”ten sonra yazdığı, Mehmet Emin Baş çevirisiyle Timaş Yayınları’ndan çıkan “Konuşan Hayvanlar” kitabı, şu anki çağda insanın yerine hayvanları koyarak, “modern hayvan”ın günümüz New York’unda geçen hayatını Alfonzo isimli bir alpakanın gözünden anlatıyor. Mesele elbette sadece bununla sınırlı değil…
New York yine bildiğimiz gibi. Gidip görme fırsatı olmayanlar için betimleyecek olursak: Vızır vızır geçen arabalar, yeraltında saniyesi şaşmayan metrolar, ellerinde kahve kupalarıyla işe yetişmeye çalışanlar, onların yanından bakmaya tenezzül etmeden geçip gittiği başka başka tipler. Tek fark, şehri yaşayanların birer hayvan oluşu. Tıpkı bir alpaka olan Alfonzo gibi. Alfonzo, bir at tarafından yönetilen New York Belediyesi’nin kayıt biriminin ücra bir köşesinde çarkların arasında yavaş yavaş erimekte olan yalnız bir alpaka. Üniversite aşıkları anne ve babasının bir meyvesi olan Alfonzo, annesini kanserden kaybedip, üzerine babası Luis’in dişçi olma hayallerini suya düşürüp kendini de kaybedince, kan bağı olan herkesle arasına bir çizgi çeker.
Üniversite yıllarını harbi solcu olarak geçirmiş, şimdilerde ise tatlı suyun “sol” tarafında oynayan sıradan bir memur olarak bir yandan kirasını, faturalarını, yediği, içtiği şeyleri ödeyen yere aidiyetini kendine kabul ettirmeye çalışırken diğer yandan da Zizek’in bile altından zor kalkacağı doktora teziyle uğraşmaktadır. Çocukluk ve çalışma arkadaşı lama Mitchell’le haftanın birkaç akşamını içip dağıtarak geçirdikten sonra, dandik stüdyo dairesinde geçirdiği panik atakların ardından kendini toparlamayla geçen günlerle birlikte hayattaki tek dayanağı olan 1.500 sayfalık tezi kabul edilmeyince, Alfonzo dipsiz bir boşluğa düşer. Ne yapacağını bilemez halde oradan oraya savrulurken ona her zaman destek olan Mitchell sayesinde kendini bu boşluktan bir nebze olsun sıyırmaktadır.
Alfonzo ve Mitchell’in bu rutin hayatı devam ederken, şehirde fi tarihinde gerçekleşen bir kasırga sebebiyle hayatların alt üst olduğuna dair halkın yarattığı bir mit de hâlâ dolaşımda olduğu için deniz ve deniz hayvanları “öteki” olarak görülmekte ve bu ara ara gündeme getirilerek karada yaşayanlarla arasında nifak tohumları serpilmektedir. Bir gün Mitchell’le bir saha çalışmasına iki kedinin yaşadığı eve giden Alfonzo, onların evinden çıktıktan sonraki günlerde bir kitapçık eline geçer. DED (Deniz Eşitliği Devrimcileri) imzası taşıyan bu kitapçık bir manifestodur ve denizin karadan ayrı düşünülemeyeceğini, içinde yaşayanların da karadaki hayvanlarla eşit olduğunu savunmaktadır. Kitapçığı okuyunca kafası allak bullak olan Alfonzo meseleyi henüz tam kavrayamamışken Belediye Başkanı ardı ardına “projeler” açmakta, imar izinleri vermekte ve en kötüsü de bir kamu kurumu olan belediyeyi, özel sektöre devretmenin eşiğindedir. Durumu Mitchell’e anlatan Alfonzo gerçekle yüzleştiğinde, hem kendisi için hem de tüm hayvanlar için yeniden doğuş ihtimali ortaya çıkar.
Joni Murphy’nin, “Konuşan Hayvanlar”da, “Hayvan Çiftliği”yle eşdeğer bir modern çağ fablı yarattığını söyleyebiliriz. İnsanın içinde debelenip durduğu çaresizliği, öküz altına buzağı aramaya yer bırakmadan, bu çaresizliğin öznesini sadece hayvanlarla yer değiştirterek eşit konuma getiren yazar, iklim krizi, açlık, ekonomik kriz, kapitalizm, ötekileştirme ve birçok konuya hayvanlar âleminden bakıyor. Hepimizin aynı gemide olduğu mesajını net ve açık bir biçimde veren “Konuşan Hayvanlar”, birimiz yanarsa hepimizin yanacağının altını çizerken, birlik olmanın, mücadelenin değerinin tam da böyle zamanlarda ortaya çıkması gerektiğini ve bir yerlerde hâlâ umut olduğunu da alttan altta iletmeyi unutmuyor.
edebiyathaber.net (16 Ocak 2024)
Yorum gönder