Günün öyküsü: Möhendez eşek…
Zaman 1970 li yılların sonları. İç Batı Toroslarda Burdur / Antalya arasında, çetinliğinden dolayı adına türküler yakılan (Yol ver bana Çubuk beli geçeyim!), yılan gibi kıvrım kıvrım dolanan Çubuk Boğazı yolunun yeni bir güzergah ile yenilenmesi işi.
İşin Yüklenicisi yabancı bir şirket. Sabahın ilk mesai saatleri..
Yabancı şirket bünyesinde çalışan Türk harita teknisyenleri Çubuk boğazının başlangıç mevkiinde topoğrafya cihazları ile birtakım ölçümler, çalışmalar yapmaktadır. Bunları dağın karşı yamacındaki çadırından izlemekte olan bir Yörük, ne yaptıklarını merak ederek yanlarına gider.
-“Merhaba ağalar, kolay gelsin. Ne işlersiniz?”
-“Merhaba dayı. Arazide durum tespiti, eğim ölçümü gibi çalışmalar yapıyoruz.”
Çubuk boğazında yapılacak yeni kara yolunun güzergahını belirlemek için gerekli çalışmalar bunlar. Dağ çok yaman, boğaz da uzun. Şirket mühendisleri kaç gündür bunun için kafa yoruyor.
-“Eee, nahal (nasıl) bellikleceniz (işaretleyeceksiniz) yeni yolu? Boğazın hangi yanından yol açmak niyetindesiniz?”
Harita teknikeri yabancıları kastederek:
-“Ona şirket mühendisleri karar verecek, birazdan gelirler ama kolay olmayacak.”
-“Duroon (duradurun) dayım; ben size bi möhendiz getireen. Bi de onun dediine bakın. Soonacıma gine bildiniz gibi yaparsınız.”
Yörük bu sözü söyleyip ayrıldıktan bir iki saat sonra bir eşekle tekrar bulunur gelir.
Bu arada yabancı mühendisler de sahaya gelmişler, sahadaki Türk teknisyenler yörüğün gelişini ve söylediklerini yabancı şefe aktarmışlardır. Yabancı şirketin Şantiye şefi işlerine karışılmasından canı sıkılır ama Türk köylüsünü merak ettiğinden ve kendisi için eğlenceli olacağını da düşündüğünden onu dinlemeye itiraz etmez. Şef’in sözlerini Yörük Osman’a Türk çalışanlar tercüme ederek aktarır:
-“Merhaba. (Piposundan bir nefes çektikten sonra, dumanını üflerken eşeği işaret ederek , dudaklarında müstehzi bir ifadeyle) Bana senden söz ettiler. Buradakilere bir mühendis getireceğini söylemişsin ama sen arkadaşınla gelmişsin.”
-“Merhaba beyim. Heye, söylediydim. Hemi de getirdim. (Eşeği göstererek) İşte getirdiğim möhendiz. İşittim ki boğazı nerden, nahal geçeriz diye kafa yorarmışsınız. Sizler helbet daha eyisini bilirsiniz emme bi de bu fukara möhendize kulak verin isterseniz.”
Eşeğin iki yanında ağzına kadar dolu birer saman hararı (büyük çuval) yüklüdür. Yörük Osman cebinden çıkardığı çakı bıçağıyla çuvalların altında birer ikişer çentik açar.
-“Dehh kızım !”diyerek eşeğe yol verir.
Yolun, boğazın zaten yabancısı olmayan eşek ağır ağır, tıkır tıkır Çubuk Boğazı’ndan iniş aşağı bir yol tutturur.
Osman, yabancı şef’e ve diğerlerine dönerek,
-“Takip edin !” der.
Başta yabancılar olmak üzere bütün saha ekibi,
-”Bir eşekten mi akıl alacağız!” düşüncesiyle önce bozulurlar, aralarında sinirlenenler olur.
Eşek, tatlı bir eğimle dura, döne yamaç aşağı Çubuk boğazının vadisine doğru ilerledikçe iki yanındaki çuvallardan yavaş yavaş dökülen samanlar geriden gelenlere iki şeritli bir yol işareti bırakmaktadır. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa, hayretten hayrete düşen yabancı, yerli uzmanların fikri değişmeye başlar. Büyük bir yükten kurtulmanın rahatlığı ile Yörük Osman’a teşekkür ederler. Hemen, saman izlerine kalıcı işaretler koymaya başlarlar. Güzergah kaba taslak ortaya çıkmaktadır.
Boğaz içinde, bir dere kenarında kurmuş oldukları günlük kamp/şantiye çadırında Osman’a kahve, çay, kek vs ikram ederler. Osman, tercüman vasıtasıyla yabancılara
-“Bu çadırı yanlış yere kurmuşsunuz. Bunu buradan kaldırın; daaha şu yamaca kurun” diye yüz elli , iki yüz metre uzaklıkta ama emniyetli bir yeri işaret eder.
Yabancılar,
-“Neden ki?” diye sorarlar.
-“Çünkü burayı su basar. Akşama kalmaz yağmur var“ der.
Hava gayet açıktır ve gökyüzünde yaprak kadar olsun bir bulut yoktur. Bunun üzerine yabancı şirketin Şantiye şefi olan mühendis bir bizim Yörüğe, bir havaya bakarak, kendinden emin bir tavırla,
-“Mühendisine lafım yok ama Meteoroloji’de zayıfsın. Biz o işi iyi biliriz. Bugün, yarın yağmur filan yok. Zaten kampı yarın başka yere taşıyacağız. Çadırı toplamamıza hiç gerek yok” der.
-“Pekey beyim, siz bilirsiniz…” der Yörük; keçilerini toplamak üzere yanlarından ayrılır. Öğleden sonra gökte bir küçük bulut görünür ve gitgide büyür. Büyüdükçe kararır, karadıkça büyür. Kırk beş dakika, bir saat içinde bardaktan boşanırcasına bir yağmur iner. Masum bir kuzu gibi sakin sakin yayılıp akan dere birden azgın bir sele döner.
Arazide çalışmakta olan yerli, yabancı mühendisler, işçiler kamp çadırına zor yetişirler. Eşyaların, önemli cihazların bir kısmını kurtarırlar, bir kısmı çadırla beraber sele kapılıp gider. O sırada, olacakları önceden sezen, onları tepeden izlemekte olan Yörük Osman koşarak yardımlarına yetişmiştir.
Rüzgar dinip, yağmur geçtikten sonra yabancı şef (yine tercümanlar vasıtasıyla) bizim Yörük Osman’a sorar:
-“Hava açık ve gökyüzünde bir küçük bulut bile yokken, yağmur yağacağını, üstelik ”akşama kalmaz” diyerek nasıl bilebildin?”
-“Çünkü yağmur yağacağı zaman benim hayalarım üşümeye, ince ince ağrımaya başlar. Oradan bildim.
Yörüğün bu sözü kendisine tercüme edilen yabancı şirketin şantiye şefi, bir kahkaha patlatacak ve bugün bile dilden dile dolaşan şu meşhur sözünü söyleyecektir:
-“Mühendisi eşeğinden, Meteorolojisi taşağından olan bu millete akıl ermez, bunlarla uğraşılmaz!”
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder