Özgür irade mi yoksa kader mi?
-“1946 da okulun bir çayında Mercedes’le dans ederken ona evlenme teklif ettim. Henüz daha 13 yaşındaydı”, diye anlatmaya başladı ve sürdürdü;
-“Aslında ona ‘sen artık benim kız arkadaşımsın’ demek istemiştim. O da bunu anlamıştı zaten. O günden sonra hep birbirimizle olmak için fırsat kolladık. Avrupa’ya gidip bir süre kaldığımda da mektuplaştık durduk…”
-“O mektuplar duruyor mu?”
-“Hayır evlendikten sonra birlikte karar verip yırttık onları.”
-“Peki aileleriniz nasıl karşıladı bu ilişkinizi.”
-“Mercedes’in babası hiç hoşnut değildi. Kızına durmadan ‘Gabito ile evleneceksen eğer evde gazete kağıdından başka yiyecek şey olmayacak bilesin!” diyordu.
-“Sonra?”
-“Sonra Avrupa’dan döndüğümde evlendik ve Venezuela’ya balayına gittik. O yirmibeş yaşındaydı ben de otuz bir. Yolda ona dedim ki; Önce “Ev” isminde bir roman yazacağım, sonra bir diktatörle ilgili bir başka kitap ve en büyük ustalık eserimi kırk yaşına geldiğimde yazacağım.
-“Ne yanıt verdi?”
-“Hiçbir şey. Ama bilin ki yazmış olduğum tek bir yazı yoktur ki fikrini almamış olayım. Hatta evlendikten birkaç yıl sonra bir hafta sonu aldığım arabayla deniz kıyısına tatile gidiyorduk yolda arabayı sürerken tasarladığım ‘Yüzyıllık yalnızlık’ romanının giriş cümlelerini söyledim. ‘Durdur arabayı’ deyiverdi.”
-“Eve dönelim yazmaya başla”
—————-
Yukarıdaki diyalogu yüzyılımızın en büyük yazarlarından Gabriel Garcia Marquez’in çeşitli vesilelerle anlatmış olduğu anılarından hareketle yazdım.
1982 yılında Gabriel Garcia Marquez nobel ödülünü almıştı. Merakla “Yüzyıllık yalnızlık” adlı kitabını aldım bir çırpıda okumaya başladım. Ve kitabın sonuna doğru sanki romanın sıkışıverdiğini hissettim. Bir an “Ne olacak şimdi” diye düşündüm sonra tekrar kitaba eğildim ve birden okuduğum satırlar karşısında koltuğumdan şaşkınlıkla ve hayranlıkla zıpladım. Satırlar şöyle diyorlardı;
“…Ve bahçede yıkanmış çarşafları katlarken gizemli bir esinti duydu. O anda güzel Remedios`un ayakları yerden kesilmiş ve uçmaya başlamıştı. Çarşaflar ve güzel Remedios dalya çiçeklerinin, ağustos böceklerinin arasında yükseldi. Saat dördü vurduğunda en yükseklerden uçan kuşların bile erişemeyeceği bir yükseklikte gözden kaybolup gittiler…”
Marquez büyük usta olduğunu bana o gün hissettirmişti. Günlerce düşünmeyi sürdürdüm. Güzel Remeidos’un yükselişiyle dikkatli bir okuyucu kendine şu soruyu sorar hale geliyordu;
“Özgür irade mi yoksa kader mi ?”
——————
Gelin şimdi bu sorunun yanıtını tekrar Gabriel Garcia Marquez (Dostlarının dediği gibi ona Gabito diyeceğim bundan sonra) ile eşi Mercedes’in (Yine dostlarının dediği gibi La Gaba diyelim ona da) yaşamında arayalım. Onlar herkesin gözünde ayrılmaz bir bütündüler ve Los Gabos diye çağırılırlardı. ;
Los Gabos yukarıda anlattığım seyahate çıkmadan eve döndüler ve Gabito Yüzyıllık Yalnızlık romanını 18 ay eve kapanıp yazdı. Yazmaya başlamadan önce arabasını sattı, parasını La Gaba’ya verdi. Para kısa zamanda tükendi tabi. Ama La Gaba bu süre boyunca onun kafasının karışmaması için ne gerekirse yaptı evin bütün dertlerini sessizce sırtladı. Hemen hiç başka birikimleri ve gelirleri yoktu. Çocukların et yemeleri gerekiyordu La Gaba kasabı 18 ay veresiye et satması için ikna etti. Kira ödenmeliydi, La Gaba ev sahibiyle anlaşma yaptı. Eve ekmek alınmalıydı ve fırıncı nasılsa hergün veresiye bir ekmek gönderdi. Gabito bütün bunları hiç bilmedi. Yazı yazmak için kağıt lazımdı tabi ve her sabah masasının üstünde bolca kağıt buldu. La Gaba bu sefer bir tek gün bile Gabito’ya “Nasıl gidiyor ?” diye sormadı. Yeni kitabın hiç bir satırını dinlemek bile istemedi. “Ne olacak bizim halimiz ?” diye düşünmüş müdür ? Evet Gabito’ya hissettirmeden düşündüğünü -hem de çok kurduğunu- kitap bittiğinde olanlardan anlıyoruz.
Ama Gabito’ya başka şeyler hissettirmeyi hiç unutmadı. Gabito her sabah kaleminin hemen yanında La Gaba’nın nasılsa bulup buluşturup koyduğu iki taze sarı gül buldu.
Ve sonunda 18 ay sonra bir gün Gabito, elinde bir tomar kağıtla geldi ve “Bitti” dedi. La Gaba hemen doğruldu kaptı kağıtları ve “Hemen yayınevine gönderelim” dedi. O gün de hiç bir sayfayı okumadı. Gabito nobel ödülünü aldıktan sonra bunları gazetecilere anlattığında ve La Gaba’ya,
-“Niye okumadınız o gece?” diye sorulduğunda La Gaba omuzlarını silkti ve;
-“Niye okuyayım ki? Ben romanları öyle müsvette sayfalardan okumayı sevmem” dedi.
Bu bir kaç sözcükle şunları diyordu sanki; “Gabo üstüne düşeni yapar. En iyisini yazar zaten, emindim”
Ama “en iyi” acaba basılır mı? Basılırsa satılır mı?
Birlikte müsvetteleri editöre göndermek için postaneye gittiler ve onca kağıdın hepsini gönderebilmeleri için yeterli paraları olmadığını gördüler. La Gaba göz kararıyla kitabın ilk yarısını ayırdı ve tarttırdı. Paraları o kadar bir kısmını göndermeye yetiyordu. Gönderdiler.
Gabito bütün inisiyatifi karısına bırakmıştı. Koşarak eve geri döndüler. La Gaba;
Bu kağıtların bir kitap haline gelebilmesi için bizim yapabileceğimiz tek bir saçmalık kaldı, dedi ve göz bebeği gibi olan kıvır kıvır saçlarını düzeltmek için kullandığı saç kurutma makinesini koparırcasına fişten söktü köşedeki rehinciye gitti. Kurutma makinesi karşılığı aldıkları parayla romanın ikinci bölümünü postaladılar. Postaneden çıkarken La Gaba bir an durdu ve bu sefer Gabito’ya korktuğunu gizlemeden baktı. Sonra mahzun gülümseyerek;
-“Şimdi bir tek romanı beğenmemeleri eksikti! dedi.
O an kurda kuşa borçluydular.
Yayınevi kitabı hemen bastı ve ilk nüshasını Los Gabos’a gönderdi. La Gaba gelen kitabı aldı ve yatağına uzanıp kendi deyimiyle “avorazada” (aç gözlü gibi) okudu. Gabito bütün o okuma esnasında karısını büyük bir heyecanla izledi. Kitap bitince La Gaba kocasına döndü gözlerine uzun uzun baktı ve “Çok beğendim Gabo. Muhteşem.” dedi.
Gabito Nobel’i aldıktan sonra bir gecede bütün dünyada tanındı. Ve yüzyılın en büyük romancılarından biri oluverdi. La Gaba’yı tanıyanlar Gabito’nun bu ödülü yalnız almadığını biliyorlardı. Onlar aslında tanıyanların gözünde iki vücuda ayrılmış bir tek kişi gibiydiler.
—————
Şimdi aynı soruyu bu yazdıklarımın ışığı altında tekrar sorayım;
“Özgür irade mi yoksa kader mi ?”
Los Gabos’un bir gece okul çayında karşılaşmaları kader elbette. Ama Gabito’nun hayallerini sırtlayan La Gaba’nın yaptıkları özgür irade değil midir?
Gabito romanında güzel Remedio’yu tarif ederken şu cümleleri kullanır;
“Güzel Remedios anlatılmaz güzellikteydi. Hiç de bu dünyanın insanı değildi. Her türlü tutkudan uzaktı.Her şeyi basitleştiren bir içgüdüsü vardı.”
Kim diyebilir ki Gabito güzel Remedio karakterini yaratırken eşinden -La Gaba’sından- esinlenmemiştir?
Bir başka kitabında herhalde eşini düşünerek yazdığı bir sözcükle yazımı bitireyim.
“Seni sen olduğun için değil, senin yanındayken ben ben olduğum için seviyorum”
——————-
Şimdi bir soruyla kafanızı karıştırayım;
“Kaderle özgür irade karşılıklı konuşabilselerdi eğer; bu son sözü hangisi diğerine söylerdi?”
Moris Levi
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder