Pazar fıkraları: 12
O da olur…
Torunu sorar:
-“Evlenmeme ne dersin Dede?”
-“İyi olur derim, torunum. Karın dert ortağın olur.”
-“İyi de dede benim derdim yok ki”
-“Merak etme evlat evlenince o da olur!”
Matematik dili…
Baba, küçük çocuğuyla sohbet ediyordu.
-“Bugün okulda ne öğrendiniz?”
-“Üçgenin alanını baba.”
-“Ya, öyle mi? Söyle bakalım neymiş üçgenin alanı?”
Çocuk:
-“Yatayı ile dikleşiminin vuruşumunun bir bölü iki katıdır.”
-“Olur mu çocuğum. Üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısıdır.”
Bir köşede onları dinlemekte olan dede söze karışır:
-“İkinizin de söylediği yanlış! Bir müsellesin sathı, mesai kaidesi ile irtifanın hasıl-ı darbının nısfına müsavidir.”
Deli mi akıllı mı?
Bir bey ruh doktorunun kapısını çalıp içeri girdi. Kendisini tanıttı:
-“Bendeniz Aksak Timur… Yani Timurlenk.” dedi.
Ruh doktoru derhal yerinden doğruldu. Muayene odasının kapısını kapatıp hastanın yanına geldi. Bir iskemle çekip oturdu ve başladı konuşmaya:
-“İnanın, kaç zamandır sizin gelmenizi bekliyordum… Şimdi baş başa kaldık, sorayım bari. Allah aşkına ben Ankara savaşında ne hata işledim?”
Ben sana deli dersem…
Hastalardan biri, bir vesileyle Hastanenin Başhekimi Mazhar Osman’a:
-“Sen delisin!” demiş.
Mazhar Osman gülmüş;
-“Senin, bana ‘deli demen’ önemli değil, ama ben sana bir kere ‘deli’ dersem buradan bir daha çıkamazsın!.”
Delilikten yatıyoruz…
Adamın birisinin, arabasının lastiği tam tımarhanenin önünde patlar. Adam arabayı kenara zor yanaştırır. Sonraki işlem malum… Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılır gibi değil, bijonlar da görülmüyor. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
-“Ula salak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?”
-“Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.”
-“Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.”
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
-“Sen bana bile yol gösterirken, ne işin var bu tımarhane de?”
Yanıt şöyledir:
-“Biz burada ‘delilik’ten yatıyoruz kardeşim, ‘salaklık’tan değil!”
Ben öğrendim de…
Aklını zayi eden adamın birisi nerede bir tavuk, bir horoz görse kaçacak yer arar olmuş. Soranlara sebebini söylemiyormuş…
Nihayet bir gün yakınları kolundan tutup bir psikolog doktora götürmüşler. Doktor, adamın takıntısını kısa zamanda çözmüş; meğer adamcağız kendisini ‘mısır tanesi’ zanneder olmuşmuş.
Teşhis sonrası hasta hemen hastaneye yatırılıp tedavi altına alınmış. Birkaç aydan sonra, adam ‘artık kendisinin mısır tanesi olmadığına, normal bir insan olduğuna’ inanır duruma gelmiş.
Taburcu edilmesine karar verilmiş, çıkış işlemleri bitirilip yakınları ile birlikte uğurlanmış.
Tam hastanenin ana kapısından dışarıya çıkacakları sırada adam yanındakilere;
-“Siz biraz bekleyin, aklıma bir şey geldi, sorup geleyim” diyor ve dönüp doktorunun odasına çıkıyor;
-“Doktor Bey, tamam ben kendimin mısır tanesi olmadığımı öğrendim de acaba tavuklar bunu biliyorlar mıdır?”
Bende de böyle başlamıştı…
Churchill bir akıl hastanesini ziyarete gitmiş. Hastanın birisi başını bile döndürüp bakmamış. Churchill kızmış:
-“Ben kimim biliyor musun?” Hasta yine ilgisizce;
-“Kimsin ki?”
-“Üzerinde güneş batmayan haşmetli İngiliz İmparatorluğu’nun başbakanıyım!”
Hasta bu sefer birazcık dönüp göz ucuyla bakmış bakmış;
-“Dikkat et, bende de böyle başlamıştı!” demiş.
İki deli…
Bir gazeteci akıl hastalıkları kliniğini geziyordu. Koğuşların birinde, ötekilerden farklı bir hastayla karşılaştı.
-“Adınız nedir?” diye sordu. Hasta düşünmeden yanıt verdi:
-“Napolyon Bonapart!”
Gazeteci:
-“Yaa!” dedi.
-“Peki Napolyon olduğunuzu nasıl anladınız?”
-“Bunu bana Allah söyledi.”
Bu esnada yanındaki yatakta uzanmış olan hasta hemen söze karıştı:
-“Vallahi yalan söylüyor! Ben hiç bir şey demedim!”
Yerdeki çizgi..
Odasının penceresinden hastane bahçesini gözlemleyen doktorun, hastaların iki yerde gruplanmış olmaları dikkatini çekmiş. İşin mahiyetini merak ettiyse de, o mesafeden ne yaptıklarını, niçin öyle kümelendiklerini anlayamamış.
Hem merakını gidermek hem de aralarına katılıp yaptıklarına iştirak etmesinin hastalarına bir moral katkı sağlayacağını düşünmüş.
Odasından çıkıp bahçeye inen doktor önce daha yakındaki gruba yaklaşıyor. Bir de ne görsün; bütün hastaların burunlarının üstü ve alınları yara bere ve kan içerisinde… Daha da yaklaşıp yanlarına varınca gerçeği görüyor; meğer yere tebeşirle bir çizgi çizmişler, sırayla altından geçmeye çalışıyorlar. Üstelik kendi aralarında, bu işi başarana verilmek üzere bir miktar da para toplamışlar.
Palyaço
Paris’te psikiyatrisin birisine, günün birinde bir ‘hasta’ gelir;
-“Doktor bey, ben hayata küstüm, hiçbir şeyden memnun olamıyorum, zevk alamıyorum… Aylar var ki gülmeyi unuttum…”
Doktor, bazı muayenelerden sonra, önerilerine geçiyor;
-“Zaman zaman kısa da olsa seyahatlere çıksan…”
-“Çıkıyorum doktor bey.”
-“Güzel bir sahilde, -yılda bir iki sefer- tatil geçirsen…”
-“Filan beldede yazlığım var, bazen gidiyorum, doktor bey…”
-“Kitap okusan, kiliseye, sinemaya tiyatroya gitsen…Araba veya motosikletle arada bir varoşlarda 50-100 kilometrelik turlar atsan…”
-“O dediklerinizin hepsini deniyorum, yine de değişen bir şey yok, gülmeyi özledim doktor bey.”
Doktor;
-“Size son bir önerim olacak; bir de Paris Lunaparkı’nda ki Galaria Disneyland’da her akşam gösteri yapıp, ilginç ve eğlenceli söz ve hareketleriyle seyircileri kırıp geçiren bir Palyaço var. Ben de bazen gidiyorum, hastalarımı da yönlendiriyorum… Gidenler memnun…Siz de bi gidiverseniz…”
Hasta, derince bir nefes aldıktan sonra iki gözünden iki yanaklarına doğru birer damla yaş akarken, sadece şunu söyleyebiliyor;
-“Aaah doktor bey, o Palyaço benim işte !.”
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder