Bilim ve Sanat İnsanlığın Ortak Değerleridir

Görüşleri Yüzünden Yargılanan veya Öldürülen 9 Bilim İnsanı

Görüşleri Yüzünden Yargılanan veya Öldürülen 9 Bilim İnsanı

Antik Çağdan modern zamanlara kadar birçok öncü bilim insanı ve düşünür,  sıra dışı fikirleri yüzünden içinde büyüdükleri toplum tarafından dışlandılar, sorgulandılar, yargılandılar hatta bir kısmı feci şekilde olmak üzere öldürüldüler. Aşağıda, kendilerini aydınlatan büyük beyinlere zarar veren talihsiz toplumların hikayelerini okuyacaksınız.

1) Sokrates

Sokrates MÖ 469 – MÖ 399 yıllarında Atina’da yaşamış olan bir Yunan filozofudur. “Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim” onun insanlara nasıl faydalı olabileceğini gösteren sözlerinden sadece birisidir.

Sokrates, Atina’nın toplanma mekânlarında gezinerek her meslekten insana, işlerine ve fikirlerine dair sorular sormuş, kendi yaşamlarını sorgulamaları, kendilerini tanımaları için onlara bir vesile olmak istemiştir. Üstelik sık sık “Kendini tanı” söylemi ile insanlardaki öz benlik duygusunu açığa çıkarmak istemiştir. Bunun yanında kendini tanımaktan maksat insanın içe bakışta kaybolması değildir, bu, insanın yeteneklerinin ve sınırlarının bilincine varmasıdır.

“Ne kadar az bildiğinin bilincine var!” Fazilet ruhun güzelliğidir.

Ne yazık ki, Platon’un “Sokrates’in Savunması” adlı eserinde anlattığı kadarıyla, Sokrates,  şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanmıştır. Böylece bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkûm edilmiştir. Rivayete göre, ölmeden birkaç saat önce vedalaşmak için eşi yanına gelir. Eşi bu  sırada  ağlar  ve “Ah,  bu  kötü  adamlar  seni  haksız  yere  öldürecekler” der. Sokrates ise karısına şöyle cevap verir:

“Evet, haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?”

Sokrates, ardında yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile ilgili bilgiler Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı anlatımlarıyla günümüze ulaşmıştır. Sokrates ile ilgili diyaloglarda Sokrates’in içindeki tanrısal sesten (vicdanın sesi/daimon) bahsedilir. Bu güç ona ne gibi davranışlardan kaçınması gerektiği konusunda ilham vermektedir. Sokrates’e ilişkin bilgilerin büyük çoğunluğu Platon’un yazılarından elde edilmektedir.

Sokrates kendini bilmenin güçlülüğünü bilen ama bunun önemli ve mümkün olduğunu da hatırlatan önemli bir düşünce insanıdır. O, erdemi söylemlerine uygun yaşayarak göstermiş bir filozoftur, bir aydındır. Ancak Sokrates hayatı boyunca inandığı ve taviz vermeden savunduğu düşünceleri uğruna ölüme gitmiştir.

2) Hypatia

Hypatia (370-415) yıllarında yaşamış filozof, matematikçi ve astronomide başarılı bir bilim insanıdır. Dönemin ünlü matematikçisi Theon’un kızıdır. Hypatia, Atina’da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye’ye dönmüş ve İskenderiye Kütüphanesi’ndeki Platon Okulu’nda dersler vermeye başlamıştır.

Resim 2. Hypatia’nın İskenderiye şehrinde öldürülmesini gösteren bir çizim

Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo’nun öğretilerini kazandırmıştır. Bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais’in piskoposu olacak olan Synesius da vardır.

Üstelik Hypatia, Roma’nın yavaş yavaş çökmeye başladığı, karmaşık bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde genel eğitim seviyesi çok düşüktür, bilgiye ulaşmak zahmetlidir, mesafeleri aşmak çok zordur. Kısacası bu dönem ortaçağın göbeğidir ve Hypatia bilime yaptığı katkılarla o döneme ışık olmuştur. Doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışmıştır.

Hypatia, matematik ve astronomi ilgili kitaplar da yazmıştır. Bu eserlerinden birinin adı “Astronomik Kanun”’dur. O, eski olarak adlandırılan bilgileri yeniden açığa çıkarmış ve bunları yeniden sunmuştur.Yıldız aralıklarını, yıldızların yüksekliğini ve dolayısıyla açılarını ölçmeye yarayan usturlap ve sıvıların göreceli yoğunluğunu belirlemeye yarayan hidrometre gibi tarihi bilimsel aletler icat etmiştir. Hatta Kopernik’in güneş merkezli evren modelini ortaya koyarken Hypatia’nın varsayımlarından ilham aldığı söylenmektedir.

Hypatia cinayetinin ayrıntılarını kesin olarak bilemesek de politik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira Hypatia, İskenderiye’de Hristiyanlar ile Hristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan isimlerinden biridir. Şehrin pagan valisi Orestes’in himayesindedir. Valiyle beraber birçok soylu ve zengin kişi, o dönemde Hypatia’nın felsefe ve matematik derslerini takip etmektedir. İskenderiye piskoposu Cyril tarafından şeytan veya cadı olduğu ilan edilmiş ve İncil’den ayetler gösterilerek halk Hypatia’ya karşı kışkırtılmıştır. Savunmasız bir halde okulun kapısında yakalanıp, taşlanıp, işkence ve linç edilerek 45 yaşında öldürülmüştür. Cinayetin ertesinde Cyril, kilise tarafından aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın bütün eserleri de yok edilmiştir. Tarihçi Socrates Scholasticus bu cinayeti şöyle tasvir eder:

“Hypatia’yı iki tekerlekli bir at arabasından zor kullanarak indirdiler, Caesarium adını verdikleri kiliseye götürdüler ve şiddet kullanarak soydular. Sonra yüzünü tahrip ettiler ve son nefesini verene kadar ellerindeki keskin deniz kabuklarıyla vücudunu parçaladılar. Sonra bedenini dört parçaya ayırdılar ve bu dört parçayı Cinaron diye adlandırdıkları yere götürdükten sonra yakıp kül ettiler.”

Damascius, Scholasticus’un söylediklerine şunu ekler: “Hypatia’nın gözlerini çıkararak kör ettiler.”

3) Pisagor  (Pythagoras)

Pisagor, Pythagoras (Yunanca Grekçe: Πυθαγόρας), MÖ 570 – MÖ 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof, matematikçi ve Pisagorculuk olarak bilinen akımın kurucusudur.Temel eğitimini tamamlayan Pisagor insanlığın ilk felsefecisi olarak bilinen Thales’in tavsiyesi üzerine Mısır ve Babil’e gidip fen ve din alanında eğitim almıştır.

Resim 3. Ressam Raffaello Sanzio tarafından çizilen  tabloda Pisagor

Mısır’da rahiplerden ve kahinlerden aldığı eğitim sonrasında savaşın çıkmasıyla Babil’e geçmiştir. Babil’in matematik bilimleri ile ünlenmiş bir yer olması Pisagor’un çok işine yaramıştır. 34 yıl boyunca kendisini öğrenmeye adayan Pisagor, ülkesine döndüğü zaman dersler vermeye başlamıştır. Fakat iktidarın baskıcı tavırlarından dolayı M.Ö 529 yılında Yunanlıların yaşadığı bir kıyı kenti olan Güney İtalya’da Croton’a göç etmek zorunda kalmıştır.

Tamsayıların egemenliğinin sonu ve Matematik ilminin atası sayılan Pisagor, matematiksel ispat düşüncesini ortaya atan ilk bilim insanıdır. Ona göre aksiyomlar her şeyin temelidir. Pisagor’un en önemli buluşu ve kendisini tanınır kılan görüşü ise Pisagor Teoremi’dir.

Ayrıca Pisagor, Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia eden ilk bilim insanıdır. Akşam ve sabah yıldızı olarak adlandırılan yıldızların da Venüs gezegeni olduğunu keşfetmiştir. O dönemlerde hakim olan Güneş’in Dünya etrafında döndüğü görüşüne de karşı çıkmıştır ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü savunmuştur. Ancak bu görüşüyle çok sert tepkiler alması sebebiyle bu düşüncesini resmi olarak açıklamamıştır. Kaşif, kahin ve bilim insanı gibi unvanlara sahip olan Pisagor, Croton kentinde kısa sürede ünlü biri haline gelmiştir ve kendi okulunu kurarak 300 öğrenci toplamıştır. Bu okulda bilimsel ve dinsel öğretiler yer almıştır ve okulda iki farklı grup var olmuştur. Kendilerini “matematikoi” adını vermiş üst düzey kişilerden oluşan bir grup ve öğrencilerden oluşan diğer gruptur.

Pisagor ve takipçileri sayıların olağanüstü bir düzene sahip olduğunu savunmuşlardır. Bu mükemmellik de altın oranın bir yansımasıdır. Bilimsel felsefe adına kurulan bu okulun din ve bilim üzerine yaptığı çalışmalardan rahatsızlık duyan halk okulu ateşe vermiştir. Pisagor ve öğrencileri diri diri yanarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Pisagora ve oluşturduğu ekole ait birçok belge de bu yangında yok olmuştur. Bu yüzden Pisagor ile ilgili çok az bilgi günümüze kadar ulaşmıştır.

4) Nicolaus Copernicus (Kopernik)

Nikolas Kopernik (19 Şubat 1473, Toruń-24 Mayıs 1543, Frombork), Prusya İmparatorluğu’na bağlı Ermland Derebeyliği’nde Katolik piskopos danışmanı, boş zamanlarında matematik, astronomi ve harita bilimi ile meşgul olan bir bilim insanıdır.

Resim 4. Astronom Kopernik veya Tanrı ile sohbet, Matejko’dan, Arka planda: Frombork Katedral’i

“Coelestium” (Göksel kürelerin devinimleri üzerine) başlığını taşıyan başyapıtında Güneş Sistemi’nin tarifini yapmış, gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden günmerkezlilik yasasını savunmuştur. 1543 yılında, Kopernik’in ölümünden kısa bir süre önce, yayımlanan bu kitap, “Kopernik Günmerkezliliği” denilen astronomik modelin başlangıcını oluşturmakta ve modern astronomik ve bilimsel gelişmelerin başlangıç noktası olarak gösterilerek bilim tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir.

Kopernik, “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı eserini 1530 yılında tamamlamıştır. Ancak bu eserini, çevresindekilerin yoğun baskısı üzerine on yıl sonra, yani ömrünün sonlarına doğru yayınlayabilmiştir. Kitabını, Papa III. Pavlus’a ithaf ederken, bu eseri yıllar boyunca neden yayınlamaktan kaçındığını da açıkça ifade etmektedir:

“Çok Kutsal Babamız, sanıyorum ki “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı bu kitabımda Dünya’nın hareket ettiğini öne sürüyor olduğumu öğrenen bazı kimseler, böylesi görüşleri savunduğum için derhal sahneden kovulmam gerektiğini ilan edecektir… Dolayısıyla Dünya’nın hareket ettiğini ispat etmek üzere kâğıda döktüğüm bu düşüncelerimi yayınlamanın mı daha doğru olacağı, yoksa felsefi gizemlerini yalnızca kendilerine en yakın kimselerle paylaşan, üstelik bunu da yazılı metinler aracılığıyla değil, kulaktan kulağa anlatarak yapan Pisagorcular gibi davranmanın mı doğru ola cağı konusunda tereddütte kaldım… Yeni ve [sözde] garip olan görüşüm sebebiyle alaya alınacağımdan korktuğum için bu eseri yayınlamaktan neredeyse büsbütün vazgeçecektim.”

Kopernik’in bu ithaf yazısını kaleme alışından tam altmış yedi yıl sonra Galileo’nun, Kepler’e yazdığı bir mektupta, Kopernik’in görüşlerini açıkça desteklediği çalışmalarını yayınlamak konusundaki çekincesinin sebebini izah ederken, Kopernik gibi Pisagorcuların gizlilik üzerine kurulu tarikatlarına hayran olmamakla beraber, Kopernik’in kullandığı “sahneden kovulma” ifadesini kullanmış olması oldukça ilginçtir. Gerek Kopernik’in gerekse Galileo’nun, eserlerini yayınlamaktan kaçınmalarının, kilisenin göstereceği olası bir tepkiden korkuyor olmalarından kaynaklandığını gösteren herhangi bir delil yoktur. Ne de olsa Kopernik başyapıtını Papa’ya adamıştır.

Üstelik eserlerini yayınlamak konusunda ikna edilmesinde etkili olan kişilerden biri de, art arda üç papanın sırdaşı olmuş ve Kopernik’e 1 Kasım 1536’da Roma’dan yazdığı mektupta, “Bütün içtenliğimle keşiflerinizi eğitimli kimselere açıklamanızı ve evren konusundaki kuramlarınızı en kısa zamanda tarafıma iletmenizi rica ediyorum” diyebilen Kardinal Schoenberg’dir. Eserini yayınlaması konusunda Kopernik’i gerçek anlamda ikna edense Wittenberg Üniversitesi’nde Matematik ve Gökbilim Profesörü olan Protestan akademisyen Georg Rheticus (1514-74) olacaktır. Bunun yanında eserin oldukça kabaca yazılmış orijinal elyazmasını elden geçiren, çok sayıda düzeltme yapan ve sonunda Danzig’de basılmasına ön ayak olan da Rheticus olmuştur.

5) Galileo Galilei

Galilei, 1564’te İtalya’nın Pisa şehrinde doğmuştur. Dönemin tanınmış müzisyenlerinden Vincenzo Galile­i’nin oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa’da yapmıştır. 1581’de Pisa Üniversitesi’nde tıp tahsiline başlamıştır. Ancak parasızlıktan okulu terk etmek zorunda kalmıştır.

Resim 5. Cristiano Banti’nin 1857 yılında resmettiği Galileo’nun Roma engizisyonu ile yüzleşmesi

1583’ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589’da Pisa’da profesörlük elde etmiştir. 1610’da Ay’daki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayımlamıştır. Bu arada Jüpiter’in dört uydusunun varlığını da bildirmiştir. Bu çalışmaları çok ilgi uyandırmıştır ve Floransa’da saray matematikçisi olmasını sağlamıştır. Hemen sonra Venüs gezegeninin Tayyipleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini de tartışmaya açmıştır.

Daha sonra 1611’de Roma’ya gitmiş ve oradaki Bilim Akademisi’ne üye seçilmiştir. Floransa’ya dönüşünde ise hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613’te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınlamıştır. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etmiştir. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna da uğramıştır. 1615’te bizzat Roma’ya giderek bu iddiasını savunmuştur. Ardından, 1616’da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon Galileo’nun kitaplarını yasaklamamış ancak Dünya’nın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istemiştir.

Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne dönmüş ve mikroskobu geliştirmiştir. Ancak 1618’de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle tekrar münakaşaya girmiştir. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” adlı eserini 1632’de yayınlamayı başarmıştır. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentileriyle Roma’da mahkemeye çağrılmıştır. 1633’te bu kitap yasaklanmış ve Galileo, Kutsal Engizisyon’ca müebbet hapse mahkum edilmiştir. Nitekim, cezası kendi evinde göz hapsine çevrilmiştir. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör olmuş ve 1642 yılında hayatını yitirmiştir.

6) Antoine Lovoisier

Başlangıçta belki de onun etkisiyle, hukukçu olmaya yönelmiştir. Ancak bu arada içinde uyanan deneysel bilim merakı, çok geçmeden bir tutkuya dönüşmüştür.

Resim 6. “Mösyö Lavoisier ve Karısı” adlı portre

Antoine-Laurent Lavoisier (d. 26 Ağustos 1743, Paris–ö. 8 Mayıs 1794, Paris) Fransız bir kimyacıdır. Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier, babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyümüştür.

Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris’in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği almış ve Fransız Bilim Akademisi’nce altın madalya ile ödüllendirilmiştir. 25 yaşına geldiğinde ise özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak akademiye üye seçilmiştir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim insanı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenlemiştir. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı olan barutun da retim sorumluluğunu üstlenmiştir.

Genç bilim insanı, bu kadarla da yetinmeyip ileride yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine de el atmıştır. Ancak tüm bu uğraşlarına rağmen Lavoisier, kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuvarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmamıştır.

1794’te solunum üzerinde deneylerini yaparken, Lavoisier, Devrim Mahkemesi önüne çağrılmıştır. İki suçlamaya hedef olmuştur: Devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle ilişkisi ve vergi toplamada yolsuzluk. Zira Lavoisier topladığı vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar deneyleri için harcamıştır. Lavoisier’yi kurtarmak için dostları mahkemeye koşmuştur ancak tanık olarak bile dinlenme gereği duyulmamıştır.

“Yurttaş Lavoisier’in çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz” dilekçesiyle başvuran günün seçkin bilim insanlarına, yargıcın verdiği yanıt kesin ve çarpıcıdır: ‘Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur!’”

Galileo yaşamının son on yılını Engizisyon’un göz hapsinde geçirmiştir. Lavoisier’in sonu ise daha acıklıdır. O, 51 yaşında iken, “devrim” adına giyotine maruz kalmıştır.

Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur.

Lavoisier döneminde, kimya alanında Antik Yunan döneminden kalan “toprak, su, ateş ve hava”’nın dört temel element olduğu öğretisi geçerliliğini korumaktadır. Bu öğretiden yola çıkarak Lavoisier “Flogiston deneyi”ni tasarlamış ve “flogiston” kavramını geliştirmiştir. Bu kavram yanan nesnenin flogiston adında bir madde çıkardığını öngörmektedir. Daha sonra gerçekleşen çalışmalar ve gazların keşfi ile “Flogiston Teorisi” geçerliliğini yitirmiştir. Sonraki deneylerinde elde ettiği bulgu ve gözlemlerini “Lovoisier, Traité Élémentaire de Chimie” adlı yapıtında toparlamıştır. Bu yapıt modern kimyanın doğmasını sağlayan temel eserlerden biri olarak öne çıkmıştır zira kimyayı sistemli bir şekilde ele almaktadır.

Ayrıca Antoine Lavoisier, “Kütlenin Korunumu Yasası”nı da ortaya koymuş ve hiçbir şeyin yoktan var edilemediği ve maddenin dönüşümlerde miktar olarak aynı kaldığını göstermiştir. Bu yasayı öne çıkarabilmesinde, sistemli bir yaklaşıma sahip olması ve duyarlı ölçümler yapabilmiş olması önemlidir.

7) Giordano Bruno

Giordano Bruno (1548-1600 İtalya). İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültistdir. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona doğacı coşkunluğun düşünürü de denmektedir.

Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik’in tezini savunmuştur. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiştir. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edilmiş ve Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir.

Onaltı yaşındayken Dominiken adını taşıyan bir tarikatta yer almış ve burada Tomasso tanrıbilimini incelemiştir. Yeni ve eski filozofları okuyarak kendini geliştirmiştir. Kopernik sistemi ile tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrılmış ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparmıştır. Daha önce Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlanmıştır. 1576 yılında Roma’da daha 28 yaşında iken sapkınlık, dinsizlik şuçlarından dolayı hakkında dava açılmıştır. Oysaki O, düşüncelerinde ısrar etmiş ancak Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma’ya ardından Kuzey İtalya’ya kaçmıştır.

Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamamış, sürekli gezmiştir. Sonra Cenevre’ye geçmiş, ardından yaşamına Güney Fransa, Paris ve Londra’da devam etmiştir. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde etmiş ve Londra’da yapıtlarının birkaç bölümünü kitaplar halinde bastırmıştır. Londra’dan kısa bir süreliğine yine Paris’e geçen Bruno daha sonra bir İtalyan aristokrat olan öğrencisi Macenigo tarafından Venedik’e davet edilince bu daveti kabul etmiş ve burada Galileo Galilei ile tanışmıştır.

Öte yandan ülkesini özlemiş, güneşine ve sıcak renklerine kavuşmuştur. Sık sık sunumlar ve konferanslar vererek Galileo ile bilgi ve fikir alışverişini ilerletmiştir.  Ancak Macenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edilmiştir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylense de Bruno, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermemiş ve bilim insanı olmanın onurunu daima korumuştur.

Sekiz yıl hapiste kalarak tanrıya saygısızlık, ahlaksız davranış ve dinden çıkmak suçlarından soruşturulmuş ve yargılanmıştır. Uzun bir yargılamanın sonunda Hristiyanlık’ın ünlü ilkesine göre, “kanı akıtılmadan eziyet edilerek öldürülmesine” karar verilmiştir. Ölüm kararını Bruno’ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır:

“Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz”

Kilisenin bu kararı, Roma’da Campo dei Fiori meydanında 17 Şubat 1600 de Bruno’nun diri diri yakılması ile yerine getirilmiştir.

8) Miguel Servet

Matematik, gök bilim, meteoroloji, coğrafya, anatomi, eczacılık, hukuk felsefesi, tercümanlık ve İncil’i orijinal metinlerinden tefsir etme çalışmaları bulunmaktadır. Şairlik yanı da bulunan Servet, özellikle eczacılık ve ilâhiyat bilimlerinin tarihinde nam sahibidir.

Miguel Servet (d. 29 Eylül 1509/1511 – ö. 27 Ekim 1553), İspanyol ilâhiyatçı, hekim, haritacı, hümanist ve Avrupa’da kan dolaşımını doğru şekilde inceleyen ilk bilim insanıdır.

Tıp bilgisini geliştirmek amacıyla 1526’da Endülüs’ten arta kalan Gırnata’ya (Grenada) gitmiş ve burada Hıristiyan yağmasından geriye kalan tıp ve eczacılık kitaplarını toplamıştır. Bunlar arasında tarihte ilk defa küçük kan dolaşımını bulan İbnü’n Nefs’in (Alaaddin Ebu’l A’lâ Ali b. Ebi’l Hazm el Kureşî ed Dımeşkî) 1270’li yıllarda telif ettiği kitabını Latince’ye çevirmiştir. İbnü’n Nefsin bir diğer kitabı olan “el Mu’cez fî’t Tıb”dan hem ecza ve hem de hastalıklarla ilgili çok yararlandığı kitaplardandır. 1531 Temmuz ayında “De Trinitatis Erroribus” (Teslisteki Yanlışlıklar), 1532’de ise “Dialogorum de Trinitate” (Teslis Hakkında Konuşmalar) kitaplarını yazmıştır. Teslisten arındırılmış bir İncil hazırladıysa da herkese duyuramamıştır.

Fransa’da yaşarken Engizisyon’dan korktuğu için Michel de Villeneuve (Villeneuvelü Michel) takma adını kullanmış ve 1533’te Batlamyus’un Coğrafya kitabının ilk Fransızca tercümesini yayımlamıştır. Bunun yanında 1535’te “In Leonardum Fucsium Apologia” (Leonard Fuchs’a karşı Savunma), “Syruporum Universia Ratio” (Şuruplar Hakkında Herşey) adında eczacılık kitapları yayınlayımlamıştır.

1540 yılında ise suikaste uğramışsa da kurtulmayı başarmıştır. 1553’te teslisi reddeden görüşlerini içeren “Christianismi Restitutio” (Hıristiyanlığın Özüne Dönüş) kitabı bardağı taşıran damla olmuştur. Daha önce tanışıp ahbap oldukları Calvin tarafından oyuna getirilmiştir. Servetus ve Calvin daha önce mektuplaşmışlar ve Servetus Michel de Villeneuve adını, Calvin ise Charles d’Espeville adını kullanmıştır. Servetus bir arkadaşına bu mektuplaşmayla ilgili olarak şöyle yazmaktadır:

“Servetus, kısa süre önce, zırvalarını içeren hacimli bir posta yolladı. Eğer buraya gelirse ve eğer otoritemin bir değeri varsa onun buradan canlı ayrılmasına asla izin vermem.”

Servetus’in hem bilim, hem de dini sahada popüler olması, Calvin’i kıskandırmış olduğu düşünülmektedir. 16 Şubat 1553’de Servetus Vienne’de iken, tutuklanmıştır. Ancak delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştır. 26 Mart 1553’de ise Servetus’in gönderdiği mektuplar Calvin tarafından engizisyona yönlendirilmiş ve bu mektuplar delil olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden Servet, Katolik kilisesi tarafından Lozan’da kitaplarıyla birlikte yakılarak öldürülmüştür.

9) Roger Bacon

Roger Bacon (d. 1219/1220 – ö. 1292) İngiliz bilim insanı ve filozoftur. “Deneysel bilim” yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilmektedir.

İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde duran Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyduğunu söylemiştir.

Bacon, özgür fikirleri yüzünden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartışmalar yaşadığı için 14 yıl hapis yatmıştır. Hristiyan olmayanlardan (özellikle Araplardan) birçok şey öğrenilebileceğini söylemiştir. Ona göre İbn-i Sina, Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftur.  Empirik fikrininin ilk savunucusu olduğu da kabul edilmektedir.

Felsefenin görevinin insanı Tanrı’nın bilgisine götürmek ve O’nun hizmetine koşmak olduğunu dile getiren Bacon, matematiğe özel bir önem vermiş ve matematiği tüm bilimlerin anahtarı olarak kabul etmiştir.

Zamanının bilimiyle ahlakına yoğun eleştiriler yöneltmiş olan Bacon, tümevarım ve tümdengelimden meydana geldiğini söylediği bilimsel yöntem konusunda önemli katkılar yapmıştır. Bacon’un anlayışına göre gerçeğin önünde engeller bulunmakta ve bu engellerin cehaletin nedenleri olduğunu savunmaktadır.

Cansu AYGEN – Sophos Akademi

www.bilimdsanatyolu.com

Spread the love

Yorum gönder