Halifeliğin Kaldırmasının Perde Arkası
1 Kasım 1922 tarihli oturumda ise Rıza Nur Bey’in teklifindeki altıncı madde;-hilafetin Osmanlı hanedanına ait olup, Türkiye Devletinin de hilafet makamının dayanağı olduğunu, Halifeliğe TBMM tarafından bu hanedanın ilim ve ahlak bakımından en iyi yetişmiş olanının seçileceği- şeklinde düzeltildi. Bu teklife büyük ölçüde benzeyen, ancak hilafeti babadan oğul’a geçmek üzere Osmanlı hanedanına bırakan Hüseyin Avni Bey’in “tadil name” teklifi de tartışılmıştır. Bu aşamada söz alan Mustafa Kemal Paşa, Türk ve İslam tarihi üzerinde kısa bir hatırlatma yaparak Peygamber ve dört halifesinin devlet idaresine geliş şekillerini hatırlattıktan sonra Selçuklu tarihinden örnekler vererek Sultan Melikşah ile Abbasi halifesi arasındaki ilişkileri değerlendirmiştir. Melikşah’ın devletin hâkimiyet ve saltanatını temsil ederken hilafet makamını da muhafaza ettiğine dikkat çeken Mustafa Kemal Paşa, mevcut durumda da hilafet makamı muhafaza edilerek onun yanında hâkimiyet ve saltanat-ı milliye’nin bulunduğunu belirtmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’ya göre “Bütün Türkiye halkı bütün kuvvetiyle hilafet makamının dayanağı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdani ve dini bir vazife olarak taahhüt ve tekeffül” etmekteydi. Padişahlığın ortadan kalkması ile halifeliğin ne olacağı sorusunun ortaya çıktığına dikkat çeken Mustafa Kemal Paşa, hilafet ile saltanat ve hâkimiyet makamlarının yan yana bulunmasının en tabi hallerden olduğunu belirtmiştir. Ancak saltanat makamında milletin kendisinin oturduğunu, hilafet makamında ise dayanağı Türkiye Devleti olan bir şahsın oturacağını göstermişti. Mustafa Kemal Paşa ortaya çıkacak durumu ise iki taraflı görmekteydi. “Bu suretle bir taraftan Türkiye halkı çağdaş ve medeni bir devlet halinde her gün daha sağlam daha mesut ve müreffeh olacak, her gün daha çok insanlığını ve benliğini anlayacak, kişilerin ihaneti tehlikesine maruz kalmayacaktır”. Diğer taraftan “hilafet makamı da bütün İslam âleminin ruh ve vicdanının bağlantı noktası olabilecektir”. Mustafa Kemal Paşa aynı anlama gelen diğer tekliflerin de birleştirilerek bir an evvel Meclisin oyuna sunulması temennisiyle konuşmasını bitirmiş ancak ikinci grup üyelerinden gelen teklifler üzerine konu Şer’iyye, Adliye ve Kanun-ı Esasi Encümenlerine havale edilmiştir.
Encümende saltanat ve hilafetin ayrılıp ayrılamayacağı tartışmalara uzayınca, Mustafa Kemal Paşa söz alarak milletin isyan ederek hâkimiyetini eline aldığını, kabul edilmesinin iyi olacağını belirtmiştir. Bu müdahale üzerine komisyon teklifi oybirliği ile karara bağlamış ve aynı günün ikinci celsesinde Meclis genel kuruluna sunmuştur. Buna göre: Türkiye halkı milli iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti tanımadığı gibi, İstanbul’daki şahsi hâkimiyete dayalı hükümet şeklini 16 Mart 1920’den itibaren ve ebediyen kaldırmıştır. Bu karar bir muhalif dışında bütün milletvekillerinin oybirliğiyle kabul edilmiştir. Burdur milletvekili İsmail Suphi (Soysallıoğlu) ve icra vekilleri heyeti reisi Rauf Bey karar gününün bayram olmasını teklif etmişlerdi.
Saltanatın kaldırılması sürecinde yapılan tartışmalar; Osmanlı aydınlarının genelinde görülen yapılan ve yapılacak atılımların, düzenlemelerin her şartta Osmanlı hanedanı idaresinde gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesinin Büyük Millet Meclisindeki bir gurup milletvekilinde de devam ettiğini göstermektedir.
Savaşın başarıyla sonuçlandırılarak milli hâkimiyetin Büyük Millet Meclisinde tecelli etmesi dolayısıyla Buhara, Afganistan ve yurdun çeşitli yerlerinden tebrik telgraflarının mecliste okunması bu aşamada edinilen ve moral destek sağlayan iç ve dış destek için bir ölçü olmalıdır.
Saltanatın kaldırılması kararından sonra üzerinde sadece halife unvanı kalan Vahdettin’in kaçış gününe kadar İstanbul’da yaşananlar hakkında pek net tespitler yoktur. Ancak 4 Kasım1920 tarihi ile hükümetin toptan istifa etmesinden sonra Vahdettin’in yurtdışına kaçacağı söylentileri çıkmıştır. İçişleri eski bakanı Ali Kemal Beyin kaçırıldıktan sonra linç edildiğinin duyulması, İstanbul’da saltanat karşıtı birtakım gösterilerin yapılması ve Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini muhatap almaması üzerine VI.Mehmed Vahideddin’in paniğe kapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim 16 Kasım 1922 tarihinde İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığına yaptığı yazılı başvuru ile İngiltere’ye sığınmıştır.
18 Kasım 1922 tarihli toplantının beşinci celsesinde hükümet, halife Vahideddin efendinin İngilizlere sığınarak İstanbul’dan ayrıldığını bildirmiştir. Meclis, Şer’iyye Vekili Vehbi efendinin bir fetvası ile “hilafetten bilfiil feragat etmekle şer ‘an münhali’ (tahttan indirilmiş) olduğuna” karar vermiştir. Yeni halife için yapılan seçimde 163 milletvekili oy kullanmış, Abdülmecid Efendi 148 oyla Halife seçilmiştir. Meclis’te mevcut anlayışların dikkat çekici bir göstergesi olmak üzere Meclisin Halife’ye bağlılık arz etmesi hususunda hararetli tartışmalar yapılmış ve İstanbul’a gönderilen 15 kişilik bir TBMM heyeti 24 Kasım 1922’de yeni halife tarafından kabul edilmiştir.
Gelişmelerin istikametini göstermesi bakımından önemli bir husus ta Halife Abdülmecid’in Meclisin seçim kararı kendisine tebliğ edildikten sonra Ankara’ya gönderdiği ilk telgrafta dikkati çekmektedir. Halife, “Cuma selamlığında Fatih Sultan Mehmet tarzı bir sarık sarmak, hil’at giymek isteğini bildirirken, İslam âlemine yayınlayacağı beyannamede Vahdettin hakkında bir şeyler söylemek istemediğini, ancak memleketin selameti gerektiriyorsa bunu dahi yapabileceğini” ifade etmiştir. Abdülmecid Efendi’nin bu yaklaşımı ile Mecliste ortaya çıkan halifeye tâbi olma eğilimi Mustafa Kemal Paşa’yı halifelik meselesini daha etraflı bir şekilde düşünmeye itmiştir.
PROF. DR. CEZMİ ERASLAN – TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Yorum gönder