Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi
Kuçuradi’ye göre insanın değerli bir varlık olduğunu kabul etmezsek ne etiği ne de insan haklarını temellendirebiliriz. İnsan değerli bir varlıktır çünkü değerler üretir. Kanımca müziğinden çekimlerine ve kurgusuna kadar çok güzel yapılmış bir belgesel “Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi.”
Çağımızın en önemli felsefecilerinden İoanna Kuçuradi’nin bir düşünür olarak yaşamına ve felsefesine tanıklık etmek amacı ile iki yılı aşkın bir sürede hazırlanan “Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi” adlı belgeselin ön gösterimi 5 Temmuz pazartesi akşamı Maltepe Üniversitesi’nde yapıldı. Yirminin üzerinde felsefecinin, sanatçının ve bilim insanının görüşlerinin yansıtıldığı belgeselin önemli bir özelliği de Kuçuradi’nin yakın arkadaşı olan ve kısa süre önce yitirdiğimiz yazar Kemal Demirel’le yapılan son söyleşiye de yer vermesi.
Belgesel, bir taraftan, fonda çok yumuşak bir müzik eşliğinde Gökçeada, İstanbul, Ankara, Alacahöyük ve Boğazköy’deki tarihi mekanlarda gezinti imkanı tanırken, bir taraftan da sözlü tarih yöntemiyle 1960’ta üniversiteleri sarsan 147’ler olayı, ülkemizde insan hakları mücadelesinin son 30 yıllık serüveni, Türkiye’de felsefenin kurumsallaşması gibi konulara ışık tutuyor. Bunları hep sevgili hocamızın hayatı bağlamında ele alarak…
Üstüne düşünülmemiş hayat yaşamaya değmez…
Sorgulayıcı, eleştirel tavır dogmanın düşmanıdır; dogma da felsefenin… Sorunlar karşısında üç maymunu oynamayı reddetmek; sorunları, yanlış değerlendirmeleri görmezden gelememek; hayatın üstüne düşünmeden edememek; bunu bir varoluş biçimi olarak seçmek ve ilkelerinden asla ödün vermemek…
Sokrat’ın “üstüne düşünülmemiş bir hayat yaşamaya değmez” ifadesinin işaret ettiği başkaldırıya kaç kişi cesaret etmiştir gelmiş geçmiş milyarların içinde? Kaç kişi için yaşamın kendisi zaman cinsinden ölçülen bir süreç olmaktan çıkıp düşünce nesnesi halini almıştır? Kaç kişi yaşam üzerine düşünmenin (bir anlamda) ön koşulu olan başkaldırıyı hücrelerinde hissetmiştir? “Don Kişotça da olsa” bir şeyler yapmaya çalışmış ve hep yapmaya devam etmiş ve etmektedir? Kaç kişi yaşamda karşılaştıkları karşısında tepkisiz durması mümkün olmadığı ve tepkisizlik kendisi için imkansız olduğu için bir şekilde başkaldırmaktan başka çare görmemiştir?
Kaç kişi “Bugüne kadar yazdıklarım yaşarken ve çevreme bakarken gördüklerimde karşılaştığım engellerden bazılarını aşmakta kullanıldı. Çağımıza tanıklık ettiklerinde karşılaştığım engellerden bazılarını… Bugüne kadar yazdıklarım başkaldırımın ifadesidir” diyebilir? Evet, sevgili hocamız Kuçuradi başkaldırısının eserleri ile ilişkisini işte böyle ifade ediyor.
Kuçuradi felsefe ile Zapyon Kız Lisesi’nde okurken ortaokul sıralarında tanışıyor. Orta 2. Sınıfta Platon’un iki diyaloğunu, Crito ve Apologia’yı okuduklarını ve kendisinin çok etkilendiğini söylüyor. “Çünkü bunlar, eğer anlıyorlarsa, o yaşta insanlar için çok etkileyicidir.” Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü başarı ile bitirerek Prof. Dr. Takiyettin Mengüşoğlu’nun asistanlığını yapmaya başlıyor.
Birkaç sene sonra 1960 ihtilali ve Türkiye üniversite tarihinin belki de en acıklı hadisesi: 147ler Olayı. Takiyettin Mengüşoğlu’nun da aralarında bulunduğu 147 üniversite hocası okuldan uzaklaştırılıyor. Hiçbir haksızlık karşısından sessiz kalamayan Kuçuradi, 147lerin okula geri dönmesi için çabalayan bir öğrenci grubunda canla başla çalışıyor ve bu amaçla hazırlanan broşüre “Kişi” diye bir yazı yazıyor.
Kişi kayıtsız şartsız ana değerdir!
Dikkat edelim, 24 yaşında Kuçuradi o zaman. 24 yaşında Türkiyeli bir Rum genç kadın… Başkaldırısının en yalın ifadelerinden biri olan bu yazıda bakın neler yazıyor:
“Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek toplumsal yaşamın geniş çerçevesi, gerekse günlük ilişkilerin dar çerçevesi içinde olup biten birçok olayların en dikkati çeken belirtisi, çatışan anlayışların, çarpışan iddiaların arasında kişilerin harcanmasıdır. İnsanlığa hizmet ya da herhangi bir kuruma veya düşünceye hizmet adı altında veya hizmet etmek niyetiyle kişilere yapılan haksızlıklar karşısında bu haksızlıkları önemsemeyen veya önemsemeye korkan ya da en kötüsü, kendi çıkarları gerektirdiği için önemseyen insanların tutumu karşısında boğazı tıkanan, midesi bulanan kişi için tek çıkar yol kendisini bir örnek olarak öne sürüp insanca yaşamaktır. Böyle bir yaşam her yönden gelen tehlikeler ne olursa olsun insana yakışır yaşamaktır. Böyle bir yaşamanın temel koşulu, insanın daha doğrusu kişinin ana değer, kayıtsız şartsız ana değer olduğunu kavrayabilmek ve bunu gözden kaçırmadan davranmak, Don Kişotça da olsa bir şey yapmaktır.”
Sonunda 147’ler üniversitelere geri dönerler fakat hocasının çağrısına uyarak yeniden asistanlık sınavına giren Kuçuradi, bir hocadan tam not, bir hocadan sıfır, ve bir hocadan çekimser oy alarak sınavda “başarısız” bulunur. O da bir ağustos akşamı arkadaşları ile vedalaşarak Haydarpaşa garından bindiği trenle, yanına sadece çantasını ve bir yatak alarak Erzurum’a yola çıkar.
Şöyle dedi Kuçuradi Erzurum’a dair:
“Hâlâ beni arayan öğrencilerim vardır. Erzurum’da insanlar ateş olmayan yerde duman görürler. Öyle bir yerdir. Çok şey öğrendim orada. Türkiye’yi ben orada öğrendim. Ben orada sadece hocalık yapmadım; çok da şey öğrendim.”
Kuçuradi’ye göre insan kitaplardan, felsefecilerden öğrenebileceğinin çok daha fazlasını öğreniyor hayattan.
Kuçuradi’nin özgün ve gerçek bir düşünür olduğunu anlamak için diğer felsefecilerle olan ilişkisine bakmak gerekir. Prof. Dr. Harun Tepe‘nin belgeselde ifade ettiği gibi:
“Kuçuradi hiçbir şeyci değildir. Ne Kantçı’dır, ne Nietzsche’cidir, ne Husserl’cidir ama kendi görüşlerini ortaya koyarken bunlardan faydalanır.”
Hocamızın kendisine bir şeyler öğrettiklerini söylediği felsefeciler neredeyse bir elin parmaklarını geçmiyor. Felsefe yapma yolu diğer felsefecilerin söylediklerini yorumlamak, açıklamak ya da kanıtlamak değil. Zaten felsefe yapma bu değil ki. Yaşamın kendisi, varoluşun trajedisidir insanı felsefe yapmaya iten şey.
Kuçuradi çağdaş Antigone’dir!
Şöyle diyor Kuçuradi:
“Yaşamda öyle anlar vardır ki iki değer çatışır. Bu duraksatır insanı ama yaşam durmadığı için bir seçim yapmak gerekir. İşte trajedi böyle bir şeydir.”
Belgeselin bir noktasında Kuçuradi ve Kemal Demirel’in dostluğu ve beraber yaptıkları çalışmalar konu edildi. Kuçuradi’nin teşviki ile yazmış Kemal Demirel kendi Antigone’sini…İoanna’sını… Alacahöyük ve Boğazköy’deki tarihi mekanların görüntülerinin eşliğinde Kemal Demirel ve Kuçuradi’nin sesinden Antigone… Yargılamanın betimlendiği bu anlar belgeselin en etkileyici yerlerindendi kanımca. Antigone’ye: “yasaları çiğnediniz.” Antigone’den: “İnsanca yapılan bir hareket aynı zamanda suçsa eğer; esas suçlu bu çatışmaya neden olan yasaları yapandadır.” Kemal Demirel, aramızdan ayrılışından önceki son söyleşisine tanıklık eden bizlere şöyle seslendi: ” Kuçuradi benim için çağdaş Antigone’dir. Yani sözünü esirgemeyen, gereksiz yer konuşmayan, içine atan, sabreden, ama ilkelerinden asla şaşmayan.”
Kuçuradi’ye göre insanın değerli bir varlık olduğunu kabul etmezsek ne etiği ne de insan haklarını temellendirebiliriz. İnsan değerli bir varlıktır çünkü değerler üretir. Bilim, felsefe, teknoloji, hukuk, edebiyat…bunlar değerlerdir. İnsan esas itibari ile değerler üreten bir varlık olduğu için bu değerleri üretmesinin olanaklarına ortam sağlamak gerekir. Bu olanakların geliştirilmesinin engellenmesi insan hakların ihlal edilmesidir ki bu, bir anlamda, insanlığa yapılan en büyük kötülüktür. İnsanların yaşam haklarını korusanız, eğitim hakkını ve diğer haklarını korursanız; insanlar geliştirdikleri olanakları insanlığa faydalı olacak şekilde ortaya koyabilirler. İnsan haklarına dair şöyle diyor hocamız: “İnsan hakları gerçeklikte değillerdir. Bunlar ilkelerdir. Senin yaptığını belirlerler. Bu ilkeler senin kararlarını etkilerler ve bu da gerçekliği etkiler.”
Kuçuradi’nin özgün felsefesi yaşamın kendisi ile kurduğu düşünsel bağdan kaynaklanıyor hiç kuşkusuz. Ancak yaşadıkları üzerine bilinçli bir şekilde düşünen ve bu varoluş biçimi içinde özgürleşen bir kişi başkaldırabilir. “Hayır!” diyebilir. Çözüm üretebilir; insanlığa örnek olabilir; bu yolda eserler bırakabilir: aklı fikri özgür öğrenciler, kitaplar, makaleler, konferanslar, kurumlar, akademik bölümler, merkezler…
Kanımca müziğinden çekimlerine ve kurgusuna kadar çok güzel yapılmış bir belgesel “Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi.” Gösterim sona erdiğinde Kuçuradi kısa bir konuşma yaparak bütün emeği geçenlere teşekkür etti. Kendisine verilen bir buket çiçek kollarında, kendisini ile selamlaşmak için yanına gidenlerle el sıkıştı, öpüştü. Derin bakışlarında öyle bir tevazu vardı ki insan az daha onun fani olduğuna inanacak… (HD/TK)
Çağımızın en önemli felsefecilerinden İoanna Kuçuradi’nin bir düşünür olarak yaşamına ve felsefesine tanıklık etmek amacı ile iki yılı aşkın bir sürede hazırlanan “Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi” adlı belgeselin ön gösterimi 5 Temmuz pazartesi akşamı Maltepe Üniversitesi’nde yapıldı. Yirminin üzerinde felsefecinin, sanatçının ve bilim insanının görüşlerinin yansıtıldığı belgeselin önemli bir özelliği de Kuçuradi’nin yakın arkadaşı olan ve kısa süre önce yitirdiğimiz yazar Kemal Demirel’le yapılan son söyleşiye de yer vermesi.
Belgesel, bir taraftan, fonda çok yumuşak bir müzik eşliğinde Gökçeada, İstanbul, Ankara, Alacahöyük ve Boğazköy’deki tarihi mekanlarda gezinti imkanı tanırken, bir taraftan da sözlü tarih yöntemiyle 1960’ta üniversiteleri sarsan 147’ler olayı, ülkemizde insan hakları mücadelesinin son 30 yıllık serüveni, Türkiye’de felsefenin kurumsallaşması gibi konulara ışık tutuyor. Bunları hep sevgili hocamızın hayatı bağlamında ele alarak…
Üstüne düşünülmemiş hayat yaşamaya değmez…
Sorgulayıcı, eleştirel tavır dogmanın düşmanıdır; dogma da felsefenin… Sorunlar karşısında üç maymunu oynamayı reddetmek; sorunları, yanlış değerlendirmeleri görmezden gelememek; hayatın üstüne düşünmeden edememek; bunu bir varoluş biçimi olarak seçmek ve ilkelerinden asla ödün vermemek…
Sokrat’ın “üstüne düşünülmemiş bir hayat yaşamaya değmez” ifadesinin işaret ettiği başkaldırıya kaç kişi cesaret etmiştir gelmiş geçmiş milyarların içinde? Kaç kişi için yaşamın kendisi zaman cinsinden ölçülen bir süreç olmaktan çıkıp düşünce nesnesi halini almıştır? Kaç kişi yaşam üzerine düşünmenin (bir anlamda) ön koşulu olan başkaldırıyı hücrelerinde hissetmiştir? “Don Kişotça da olsa” bir şeyler yapmaya çalışmış ve hep yapmaya devam etmiş ve etmektedir? Kaç kişi yaşamda karşılaştıkları karşısında tepkisiz durması mümkün olmadığı ve tepkisizlik kendisi için imkansız olduğu için bir şekilde başkaldırmaktan başka çare görmemiştir?
Kaç kişi “Bugüne kadar yazdıklarım yaşarken ve çevreme bakarken gördüklerimde karşılaştığım engellerden bazılarını aşmakta kullanıldı. Çağımıza tanıklık ettiklerinde karşılaştığım engellerden bazılarını… Bugüne kadar yazdıklarım başkaldırımın ifadesidir” diyebilir? Evet, sevgili hocamız Kuçuradi başkaldırısının eserleri ile ilişkisini işte böyle ifade ediyor.
Kuçuradi felsefe ile Zapyon Kız Lisesi’nde okurken ortaokul sıralarında tanışıyor. Orta 2. Sınıfta Platon’un iki diyaloğunu, Crito ve Apologia’yı okuduklarını ve kendisinin çok etkilendiğini söylüyor. “Çünkü bunlar, eğer anlıyorlarsa, o yaşta insanlar için çok etkileyicidir.” Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünü başarı ile bitirerek Prof. Dr. Takiyettin Mengüşoğlu’nun asistanlığını yapmaya başlıyor.
Birkaç sene sonra 1960 ihtilali ve Türkiye üniversite tarihinin belki de en acıklı hadisesi: 147ler Olayı. Takiyettin Mengüşoğlu’nun da aralarında bulunduğu 147 üniversite hocası okuldan uzaklaştırılıyor. Hiçbir haksızlık karşısından sessiz kalamayan Kuçuradi, 147lerin okula geri dönmesi için çabalayan bir öğrenci grubunda canla başla çalışıyor ve bu amaçla hazırlanan broşüre “Kişi” diye bir yazı yazıyor.
Kişi kayıtsız şartsız ana değerdir!
Dikkat edelim, 24 yaşında Kuçuradi o zaman. 24 yaşında Türkiyeli bir Rum genç kadın… Başkaldırısının en yalın ifadelerinden biri olan bu yazıda bakın neler yazıyor:
“Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek toplumsal yaşamın geniş çerçevesi, gerekse günlük ilişkilerin dar çerçevesi içinde olup biten birçok olayların en dikkati çeken belirtisi, çatışan anlayışların, çarpışan iddiaların arasında kişilerin harcanmasıdır. İnsanlığa hizmet ya da herhangi bir kuruma veya düşünceye hizmet adı altında veya hizmet etmek niyetiyle kişilere yapılan haksızlıklar karşısında bu haksızlıkları önemsemeyen veya önemsemeye korkan ya da en kötüsü, kendi çıkarları gerektirdiği için önemseyen insanların tutumu karşısında boğazı tıkanan, midesi bulanan kişi için tek çıkar yol kendisini bir örnek olarak öne sürüp insanca yaşamaktır. Böyle bir yaşam her yönden gelen tehlikeler ne olursa olsun insana yakışır yaşamaktır. Böyle bir yaşamanın temel koşulu, insanın daha doğrusu kişinin ana değer, kayıtsız şartsız ana değer olduğunu kavrayabilmek ve bunu gözden kaçırmadan davranmak, Don Kişotça da olsa bir şey yapmaktır.”
Sonunda 147’ler üniversitelere geri dönerler fakat hocasının çağrısına uyarak yeniden asistanlık sınavına giren Kuçuradi, bir hocadan tam not, bir hocadan sıfır, ve bir hocadan çekimser oy alarak sınavda “başarısız” bulunur. O da bir ağustos akşamı arkadaşları ile vedalaşarak Haydarpaşa garından bindiği trenle, yanına sadece çantasını ve bir yatak alarak Erzurum’a yola çıkar.
Şöyle dedi Kuçuradi Erzurum’a dair:
“Hâlâ beni arayan öğrencilerim vardır. Erzurum’da insanlar ateş olmayan yerde duman görürler. Öyle bir yerdir. Çok şey öğrendim orada. Türkiye’yi ben orada öğrendim. Ben orada sadece hocalık yapmadım; çok da şey öğrendim.”
Kuçuradi’ye göre insan kitaplardan, felsefecilerden öğrenebileceğinin çok daha fazlasını öğreniyor hayattan.
Kuçuradi’nin özgün ve gerçek bir düşünür olduğunu anlamak için diğer felsefecilerle olan ilişkisine bakmak gerekir. Prof. Dr. Harun Tepe‘nin belgeselde ifade ettiği gibi:
“Kuçuradi hiçbir şeyci değildir. Ne Kantçı’dır, ne Nietzsche’cidir, ne Husserl’cidir ama kendi görüşlerini ortaya koyarken bunlardan faydalanır.”
Hocamızın kendisine bir şeyler öğrettiklerini söylediği felsefeciler neredeyse bir elin parmaklarını geçmiyor. Felsefe yapma yolu diğer felsefecilerin söylediklerini yorumlamak, açıklamak ya da kanıtlamak değil. Zaten felsefe yapma bu değil ki. Yaşamın kendisi, varoluşun trajedisidir insanı felsefe yapmaya iten şey.
Kuçuradi çağdaş Antigone’dir!
Şöyle diyor Kuçuradi:
“Yaşamda öyle anlar vardır ki iki değer çatışır. Bu duraksatır insanı ama yaşam durmadığı için bir seçim yapmak gerekir. İşte trajedi böyle bir şeydir.”
Belgeselin bir noktasında Kuçuradi ve Kemal Demirel’in dostluğu ve beraber yaptıkları çalışmalar konu edildi. Kuçuradi’nin teşviki ile yazmış Kemal Demirel kendi Antigone’sini…İoanna’sını… Alacahöyük ve Boğazköy’deki tarihi mekanların görüntülerinin eşliğinde Kemal Demirel ve Kuçuradi’nin sesinden Antigone… Yargılamanın betimlendiği bu anlar belgeselin en etkileyici yerlerindendi kanımca. Antigone’ye: “yasaları çiğnediniz.” Antigone’den: “İnsanca yapılan bir hareket aynı zamanda suçsa eğer; esas suçlu bu çatışmaya neden olan yasaları yapandadır.” Kemal Demirel, aramızdan ayrılışından önceki son söyleşisine tanıklık eden bizlere şöyle seslendi: ” Kuçuradi benim için çağdaş Antigone’dir. Yani sözünü esirgemeyen, gereksiz yer konuşmayan, içine atan, sabreden, ama ilkelerinden asla şaşmayan.”
Kuçuradi’ye göre insanın değerli bir varlık olduğunu kabul etmezsek ne etiği ne de insan haklarını temellendirebiliriz. İnsan değerli bir varlıktır çünkü değerler üretir. Bilim, felsefe, teknoloji, hukuk, edebiyat…bunlar değerlerdir. İnsan esas itibari ile değerler üreten bir varlık olduğu için bu değerleri üretmesinin olanaklarına ortam sağlamak gerekir. Bu olanakların geliştirilmesinin engellenmesi insan hakların ihlal edilmesidir ki bu, bir anlamda, insanlığa yapılan en büyük kötülüktür. İnsanların yaşam haklarını korusanız, eğitim hakkını ve diğer haklarını korursanız; insanlar geliştirdikleri olanakları insanlığa faydalı olacak şekilde ortaya koyabilirler. İnsan haklarına dair şöyle diyor hocamız: “İnsan hakları gerçeklikte değillerdir. Bunlar ilkelerdir. Senin yaptığını belirlerler. Bu ilkeler senin kararlarını etkilerler ve bu da gerçekliği etkiler.”
Kuçuradi’nin özgün felsefesi yaşamın kendisi ile kurduğu düşünsel bağdan kaynaklanıyor hiç kuşkusuz. Ancak yaşadıkları üzerine bilinçli bir şekilde düşünen ve bu varoluş biçimi içinde özgürleşen bir kişi başkaldırabilir. “Hayır!” diyebilir. Çözüm üretebilir; insanlığa örnek olabilir; bu yolda eserler bırakabilir: aklı fikri özgür öğrenciler, kitaplar, makaleler, konferanslar, kurumlar, akademik bölümler, merkezler…
Kanımca müziğinden çekimlerine ve kurgusuna kadar çok güzel yapılmış bir belgesel “Başkaldırıdan Felsefeye: İoanna Kuçuradi.” Gösterim sona erdiğinde Kuçuradi kısa bir konuşma yaparak bütün emeği geçenlere teşekkür etti. Kendisine verilen bir buket çiçek kollarında, kendisini ile selamlaşmak için yanına gidenlerle el sıkıştı, öpüştü. Derin bakışlarında öyle bir tevazu vardı ki insan az daha onun fani olduğuna inanacak… (HD/TK)
Kaynak: Hülya Durudoğan / bianet.org
Yorum gönder