İtaatkâr ya da özgür kuşaklar yetiştirme mücadelesi
Günümüzün acımasız anaforunda değişim öylesine hızlı ki; eski değerlerin yerine yeni değerleri geliştirmede çok ağır kalıyoruz. Ne yaşlıyı görecek halimiz ne de çocukları koruyacak düzeyimiz kaldı.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin değer yargılarını oluşturmasında, sağlıklı gelişiminde de herkes kendince çözüm yolluna başvuruyor.
Bu telaş, eğitim sorunun nasıl çözüleceğine kadar uzuyor.
Günümüzde eğitime bakış açımız, iki ana anlayışın etkisi sonucu oluşuyor.
Birincisi; gelenek ve dini değerlere bağlı “itaat eden insan” yetiştirmek.
İkincisi; aydınlanma anlayışına bağlı “kendi kararını veren insan” yetiştirmek.
Birincisi ve ikinci insan yetiştirme değer kavramları birbirine zıt iki kavram olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında son 35 yıldır toplumda verilen mücadele bu iki anlayış üzerinden yapılıyor.
Düşünsenize, yasama (TBMM) 1973 yılında İlköğretimi 8 yıla çıkarma kararı alıyor; 1974 yılından itibaren bu yasa uygulamaya geçecekti. Fakat, 1974 yılında kurulan CHP+MSP koalisyonu bu yasanın uygulamaya geçmesini engelledi. Koalisyonun MSP kanadı 8 yıllık eğitime geçişi kesinlikle istemedi.
Gel zaman git zaman şu ya da bu şekilde 8 yıllık eğitime 1997 yılında geçilebildi. 8 yıllık eğitimin başarısı ya da başarısızlığı tartışılabilir. İstenilen başarıya ulaşılmamışta olabilir. Ama sorun 8 yıllık eğitimin başarısında ya da başarısızlığında değildir.
Nasıl bir insan yetiştireceğimizde düğümlenmektedir.
Toplumun ve gençliğin; gelişen kent kültürüne uyum sağlamada zorlandığı; değer yargılarının hızla erozyona uğradığı bir toplumda “İtaatkâr kuşak” yetiştirerek aşmayı hedefleyen anlayışın egemen olduğunu görüyoruz.
Biz geçmişte toplumun çocuğa bakış açısını eleştirirken günümüzde çocuğa bakış açısının daha da geriye düştüğünü görüyoruz. Bu aslında geleneksel kırsal alandan kentsel alana göçün doğurduğu bir sonuçtur.
1950’lerde başlayan bu göç için ne kentsel uyum ne de eğitim alanında ciddi önlemler alabildik. Her şey yolda düzülür mantığıyla hareket eder olduk.
Günümüz de anne-babalar; acımasız tüketim toplumunda ne yapacağını şaşırmış durumdalar. Tüketmeyi ve bazı eşyalara sahip olmayı hedefleyen bir çocuk ve genç kuşak oluştu. Bu çelişkiyi çözemeyen anne-babalar doğal olarak bilinen geleneksel çözüm yollarına itibar etmeye başladılar.
Geleceğin dünyası ise geçmişin kuralları ile çözmenin olanaksız olduğu bir yöne doğru gidiyor.
Farklılıkları anlamayan, sorgulamayan, soru sormayan, çatışmaları çözemeyen, yaratıcı kişilikleri törpülenmiş bir eğitim anlayışının geleceği yoktur. Geçici olarak “itaatkâr çocuk” ve “itaatkâr gençlik” yetiştirerek çözdüğünü düşünen kişiler dünyaya gözlerini kapamış körler gibi sağa sola el yordamıyla giderler.
İtaatkâr temele dayalı eğitim yapan toplumlara bir baksınlar bakalım çağımızı yakalayanvar mı?
Japonya, Güney Kore, Finlandiya, Danimarka eğitim sistemlerini biraz araştırmalarına yarar vardır. Görecekleridir bir toplumun geleneklerini öğretmekle “İtaatkâr Kuşak” yetiştirmenin çok farklı şeyler olduğunu göreceklerdir. Bu farkın bile farkında değillerdir.
Demokratik toplumu hedefliyorsak; kafamızda oluşturduğumuz şablonları bir kenara bırakmak zorundayız.
Eğip bükmeden, kırıp dökmeden, özgür insan kişiliğine uygun bir yapıda yetiştirmenin peşine düşmeliyiz. Şimdilik, mümkün değil gibi…
Tarih bize göstermiştir ki, tarihin hiçbir döneminde belli kalıplara bağlı insan yetiştirmenin uzun süreli olmadığıdır. Yeltenenler ise bugün Hitler, Pol Bot gibi nasıl anıldıkları ortadadır.
Her toplum doğal olarak bazı ilke ve değerler üzerine geleceğini kurabilir. Toplumlar bu değerleri “eşitlik”, “dayanışma” ya da “özgürlük” üzerine oluştururken toplumun onayını almak zorundadır. Aksi halde dayatmalar söz konusu oluyor ki; çatışma kaçınılmaz hale geliyor.
Her toplum kendi önceliklerini belirleme ve öncelik verme hakkına sahiptir. Ama insan doğasına ve kişiliğine aykırı hiçbir yaklaşım insanı mutlu etmediği gibi geleceği de sağlıklı kuramazlar.
Gözünü karartıp ne olursa olsun biz kendi değer ve kalıplarımızla insan yetiştireceğiz diyorsak, geleceğimizi de belirsizlik içerisine bırakmış oluyoruz.
Biz kurtuluşu bulduk…
Bineriz tablete, gideriz …
Etkileşimli tahta ve tabletle eğitim sorununu çözeceğimizi zannediyoruz.
Eğitimde teknolojiyi kullanmak başka, teknolojinin eğitim sorununu çözeceğini söylemek başka bir şey…
Her şeyi karıştırdığımız gibi bunu da karıştırıyoruz.
Yeter ki, kafalar karışsın…
Muhsin YAZICI
Yorum gönder