Biyofili: İnsan doğayı neden sever?
İnsanın doğa ile olan ilişkisi coğrafyaya göre değişkenlik gösteren veriler ortaya koyabiliyor.

İlkbaharın gelmesiyle toprak uyandı, ağaçlar yeşerdi ve sabahları kuş sesleri daha da yoğunlaştı. Tüm bu hareketlilik sırf insan olmayan türlere değil bizzat bizlerin de bedenine, zihnine ve ruhuna yansıyor. Hafif bir meltem ile kalbimiz ferahlıyor, bir ağaç gövdesine yaslandığımızda içimizde bir sakinlik beliriyor. İlkbahar ile gelen canlılık ve derin huzur hissi yalnızca güzel havaların etkisi mi yoksa doğayla kurduğumuz çok daha eski bir ilişkinin yankısı mı? İşte bu sorunun yanıtı “biyofili” kavramında saklı.
Biyofili, kelime anlamıyla “yaşama duyulan sevgi” demek. Bu terim ilk olarak 1960’larda psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm tarafından ortaya atıldı. Ancak biyofili, yalnızca bireysel bir duygu olarak kalmadı. 1984 yılında evrimsel biyolog Edward O. Wilson’ın yayımladığı “Biophilia” adlı kitapla bilimsel ve evrimsel bir temel kazandı. Wilson, biyofiliyi insanın doğayla kurduğu bağın biyolojik bir içgüdü olduğuna yönelik bir hipotez olarak tanımladı.
Ona göre insan türü yüz binlerce yılını doğada, diğer canlılarla iç içe geçirerek evrimleşti. Bu yüzden doğayla bağ kurmak bize iyi gelir, bizi iyileştirir. Çünkü bu bağ, en temel yaşam deneyimlerimizdendir. Teori yalnızca romantik bir doğa sevgisinden ibaret değil. Günümüzde yapılan pek çok bilimsel çalışmada, doğayla temasın stres seviyesini düşürdüğünü, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, depresyon semptomlarını azalttığını ve hatta yaratıcı düşünmeyi desteklediğini ortaya koyuyor.
Ancak doğayla kurduğumuz bu kadim bağın bilimsel olarak ölçülebilir duruma gelmesi hâlâ zorlu bir alan. Çünkü doğa dediğimiz şey dünyanın her yerinde farklı görünüyor. Bir yerde sık yapraklı tropik orman, bir başka yerde kurak bir tundra, başka bir yerde okyanus kıyısı… Peki insanlar, bu farklı doğa manzaralarında biyofiliyi benzer biçimlerde mi hissediyorlar? Yoksa coğrafyaya, kültüre ve çevresel deneyimlere göre bu bağ farklı şekillerde mi kuruluyor?

DOĞA ALGIMIZ EVRENSEL Mİ?
Tam da bu soruları temel alan etkileyici bir araştırma olan “Doğayı hissetmek: Görsel yapay zekâ kullanarak küresel biyomlarda biyofili algılarını ölçmek” Nature dergisinde geçen aylarda yayımlandı:
Bu çalışma, biyofiliye ilişkin bilimsel bilgiyi çağdaş teknolojilerle bir araya getirerek görsel yapay zekâ destekli bir ölçüm sistemini kullanıyor. Amaç insanların doğa unsurlarını nasıl algıladıklarını, hangi doğal öğelerin daha fazla olumlu duygu uyandırdığını ve bu algıların küresel ölçekte nasıl değiştiğini anlamak. Araştırma, sekiz farklı kentte yaşayan toplam 400 kişiyle yapıldı: Trondheim (tundra), Amsterdam (ılıman orman), Quebec City (iğne yapraklı orman), Singapur (tropik orman), Barselona (Akdeniz iklimi), Buenos Aires (otlak), Nairobi (savana) ve Dubai (çöl). Katılımcılar, bu kentlerde Google Street View üzerinden alınmış görüntülere bakarak doğa unsurlarına yönelik duygularını değerlendirdi. Ardından bu veriler üzerinden biyofilik öğeler belirlenerek yapay zekâ destekli bir modelle analiz edildi. Araştırma ile gökyüzü, ağaç, çim, bitki, su yüzeyi, taş, insan ve hayvan gibi 25 biyofilik kategori oluşturuldu.

GÖKLERE OLAN SEVGİ
Sonuçlar oldukça dikkat çekici: Katılımcılar arasında kent, cinsiyet veya biyom fark etmeksizin en olumlu duyguyu gökyüzü uyandırdı. Buenos Aires’te neredeyse tüm katılımcılar gökyüzünü yüzde 99 oranında olumlu değerlendirdi. Onu, “ağaç” (sekiz kentten altısında yüzde 82 üzeri oranla), “çim” (özellikle Quebec’te), ve “bitki” (Singapur’da) gibi yeşil öğeler izledi. Öte yandan doğası daha kurak olan Nairobi ve Dubai gibi kentlerde insanlar daha çok kara öğelerine ilgi gösterdi. Nairobi’de ayrıca yaban hayatı ve insan varlığına karşı güçlü bir duygusal bağ raporlandı. Amsterdam’da ise su yüzeyleri en yüksek biyofili puanını aldı.
Bu da bize gösteriyor ki biyofili bir yönüyle evrensel, bir yönüyle ise bulunduğumuz çevreyle biçimleniyor. Bedenimiz doğayı tanıyor ama o tanışıklığın tonu, yaşadığımız coğrafyanın dokusuyla biçimleniyor. Biyofilinin yapay zekâ aracılığıyla ölçülmesi, gelecekte kent planlamalarında, kamusal alan tasarımlarında ve hatta dijital deneyimlerde bile doğayla daha bilinçli ilişkiler kurmamıza yardımcı olabilir.
Ancak bugünden yapabileceğimiz çok daha basit şeyler var. Bir ağacın altına oturup gökyüzünü birkaç dakika izlemek ve umudu her zaman canlı tutmak!
Alıntı: cumhuriyet.com.tr
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder