Türkiye neden çöküş süreci yaşıyor?
Büyük İngiliz düşünürü Adam Smith, kısaca Ulusların Zenginliği (ilk kez 1776’de yayımlanmıştı) adıyla bilinen eserinde, milletlerin (devletlerin) hangi koşullarda yükselişe geçerek refah ve mutluluğa eriştiklerini ekonomi politiğin kavram ve araçlarını kullanarak inceler.
Adam Smith’in insanlığın geleceğine ilişkin ümitlerinin, tasarılarının ve özlemlerinin neler olduğu sorununa, daha sonraki yazılarımızda eğileceğiz. Özellikle de onunla ilgili “modern hurafeler”in neler olduğuna… Fakat şu anda bizi ilgilendiren Adam Smith’in milletlerin refahının, yükselişinin ve mutluluğunun nasıl gerçekleşeceğine dair düşünceleridir.
Smith söz konusu eserinde ulusların yükselişini ve sahip oldukları zenginliği devam ettirmelerini, onların “toplumsal işbölümüne dayanan üretim ve bölüşüm ilişkilerindeki uyumda; devlet yöneticilerinin uygulayageldikleri politikaların doğal özgürlüğe uygunluğunda” görür. Ona göre bu sürecin en iyi şekilde gerçekleşebilmesi “ulusların doğal koşullarının”, “ulusu meydana getiren toplumların gelenek, alışkanlık, yetenek ve becerilerinin” ve “siyasetin yöneldiği doğrultu”nun birbirini bütünleyen şekilde düzenlenmesine bağlıdır. Bütün bu faktörleri optimum dengede birleştiren toplumlar başarılı olurken, bir şekilde tökezleyenlerce önce durağanlaşır sonra da çürümeye doğru yol alırlar. Bu bir kader değildir ve Çin örneğinde olduğu gibi tersyüz edilebilir; ama bunun gereğinin yerine getirilmesi şarttır.
Adam Smith’ten tam 400 yıl önce İbn Haldun da uygarlıkların (siz buna kavim, halk ve devlet deyin) nasıl yükseldiklerini ve sonra nasıl çöküşe geçtiklerini öğretici eserinde (Mukaddime) anlatır.
İbn Haldun’un Uygarlık Dersleri
İbn Haldun eserinde, uygarlıkların yükseliş sürecinin sadece üç kuşakla sınırlı kaldığını dile getirir. Hatta ona göre “her devlet, üç kuşak sonra asabiyet açısından çürümeye uğrar ve başka devletlerin boyunduruğu altına girer.” Birinci kuşak kuruluş sürecinin coşkusunu üstlenir, ikinci kuşak üretimin ve zenginliğin (birikimin) kaymağını yer (bizce kültür ve sanat da en çok bu dönemde ortaya çıkar) üçüncü kuşaksa bozulma ve çürümenin canlı timsali olur.
Hatta İbn Haldun, bir teşbihte bulunarak uygarlıkları ırmağa benzetir, yatağı hiçbir zaman kurumayan bir ırmağa. Bu ırmak bazen çölden, bazen de kırsal kesimden kaynaklanır ama illa ki denize doğru akar. Akarken tepelere rastlar, zorluklar yaşar ve boynunu büker, eğilir, kıvrılır ve zorlanır ama sonra bütün bu süreçlerin üstesinden gelir ve yeniden gürül gürül, adeta koştururcasına denize akın eder. Yani, uygarlıklar da kimi zaman durağanlaşırlar ve hatta çürüme belirtileri gösterebilirler.
Günümüz Türkiye‘si
Peki, aralarında günümüz Türkiye’sinin de bulunduğu Müslüman toplumlar neden geriledi ve çöküş neden yaşandı?
İbn Haldun’un da bahsettiği “malzeme yorgunluğunun” önemli bir etkisi olmalıdır. Ancak sanırız bu çöküşün en önemli nedeni, bilimin ve üretimin kazanımlarını verimli açıdan değerlendirmeyen, hatta ilk birikimi adeta har vurup harman savuran, elinde ne var ne yok hepsini tüketen, yeni bir artı değer yaratmadan göz boyamayı esas alan, bölüşüm ilişkilerindeki dengesizliği aşırıya vardırarak toplumsal barışı ve huzuru bozan yönetimlerin varlığı olmalıdır.
Çünkü 10.-13. yüzyıl aynı zamanda büyük isyanların patlak verdiği ve Müslüman alemin kendi içinde kırk parçaya bölündüğü dönemdir de. Müslümanlar, Avrupa ülkeleri gibi bu çatışmadan da olumlu bir sentez yaratamamıştır. Ayrıca bilime düşman olan, bilimsel araştırmayı sevmeyen, hurafelere bayılarak kulak kabartan kuşakların yetişmesini önemseyen ideolojik-kültürel hegemonya; siyasi baskı ve daimi yasaklar, Müslüman toplumların çöküşüne neden olmuştur.
Moğol istilasının yarattığı tahribatların (Adnan Adıvar Tarih Boyunca İlim ve Din adlı eserinde bu teze pek önem atfetmez) da kuşkusuz büyük etkisi vardır, ancak üretimden koparak sadece fethedilen toprakların birikimlerinin üzerine oturan iktidarların aymazlıklarının ve tahribatlarının da çok büyük bir etkisi olmuştur.
Sanıyoruz Türkiye, yukarıda saydığımız koşullara benzer bir bunalım sürecinden geçmektedir. TÜBİTAK’ın 90’lı yıllarda yayınladığı birçok bilimsel eser (fizik, kimya, biyoloji, evrim, uzay-bilim vs. gibi konuları içeren ve birçoğu Nobel ödüllü yazarlara ait eserler), AKP döneminden bu yana hem yayınlanmamaktadır hem de bunların telif haklarının başka yayınevleri tarafından kullanılmaları engellenmektedir. Bir de not düşelim. Pek yakında AKP hükümeti İbn Haldun’un Mukaddime’sini yasaklarsa hiç şaşırmam, çünkü pek toz kondurmadıkları ecdatları (Osmanlı’nın çürüme döneminin padişahlarından olan II. Abdülhamit) eserin basılmasını ve okunmasını yasaklamışlardı (bkz. İslam Ans., c.5/2, s.741)…
Şimdi de eğitim müfredatından hem Cumhuriyet Devrimimize hem de bilimsel kuramlara dair ne varsa sökülüp atılmaktadır…
Çöküş olmasın da daha ne olsun!
Sadık Usta
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder