Coğrafya Mahkûmu Anadolu Kadınları / Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
İnsanlar, ülkelerinin coğrafi şartlarının esiri olmuştur. Genellikle sanılandan daha az sayıda tercihleri ve daha dar manevra alanları vardır. Üzerinde yaşadığımız topraklar, bizi her zaman şekillendirmiştir. Farklı coğrafi özellikler, dünyanın farklı yerlerindeki insanların yapabilecekleri ve yapamayacaklarını belirleyen en önemli faktörlerden biridir.
Coğrafya her zaman bir çeşit hapishane olmuştur. İnsanların kimliklerini ve potansiyellerini belirlemiştir. İnsanların aşmak istediği birçok engelleri barındırmaktadır. Tarihimizde belirleyici rol oynayan coğrafi faktörler geleceğimiz hakkında da önemli rol oynayacaktır.
Coğrafya elbette tüm olayların akışını kontrol etmiyor. Büyük liderler ve büyük fikirler de tarihin akışında büyük rol oynuyor. İşte bu liderlerden biri de Atatürk’tür. Anadolu’nun, Anadolu kadınının kaderini değiştirmiştir. Kadınlarımızı coğrafya mahkûmu olmaktan kurtarmış, evrensel bir boyuta taşımıştır. Anadolu kadınları için yeni fırsatlar ve yeni alanlar yaratmıştır. Böylece Anadolu kadınları coğrafyanın, tarihinin ve kültürün önlerine koyduğu engelleri aşmıştır.
Ki bu süreçte Türk Kadınlar Birliği önemli bir rol üstlenmiştir. Bunun en güzel kanıtı da 1935’te İstanbul’da yapılan Uluslararası Dünya Kadınlar Birliği’nin toplantısıdır. Kongreye Batı’dan ve Doğu’dan 40 kadar ülkeyi temsilen 350’yi aşkın kadın katılmıştır. Bu ise o günkü dünya nüfusunun 200 milyonunun bu kongrede temsil edilmesi demekti. Böyle bir kongreyi bugün tek başına hiçbir üniversite yapamaz.
1984’de Yıldız Kenter, “Ben Anadolu” adlı oyunda Anadolu tarihini asırlar boyu yaşamış farklı kadınların gözünden dile getirmiştir. Kenter, 16 farklı kadını, tek başına oynamıştı. Trajediden güldürüye, her kadının ayrı bir öyküsü, binlerce yıla yayılan bir zaman dilimi içinde, tarihsel kronolojik sıralamayla, mitolojik çağlardan, Türk Kurtuluş Savaşına kadar geliyor.
Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kadının önemli bir yeri vardır. Kadın, aile ve toplum arasında bir köprü görevi görür. Toplumda yerine getirdiği görevler itibariyle, kadınların sosyal sistemin işleyişine katkısı büyüktür.
Kadınların toplumsal hayatta yerlerini alabilmesi ve kendilerinden bekleneni yerine getirebilmeleri için öncelikle yasalarda ve eğitimde cinsiyete dayalı fırsat eşitliğinin olması gerekmektedir.
Soru şu: sosyal ve siyasal haklarını Türk kadını günümüze kadar hakkıyla kullanabilmiş midir? Yanıt: hayır. Kadın-erkek eşitliği konusunda halen bazı sorunlar vardır. Türk kadınının işgücüne, siyasete, eğitime, sanata, sosyal hayata katılımı istenilen düzeyde değildir. Günümüzde halen Türk kadınından beklenen, geleneksel rollerini aksatmadan sorumluluklarını yerine getirmesidir.
Anadolu’da Hıristiyan Kadınlar: MS 33’ten 2023’e
Anadolu’da yaşamış insanlığa hizmet etmiş diğer dinlere mensup kadınlar da vardır. Hıristiyanlık, Filistin’de doğmuş ama Anadolu’da yaşanmıştır. Eski Ahit’te yani Tevrat’ta yaratılış kadının ve erkeğin farklı fakat eşit yaratıldığını gösterir. Yeni Ahit’te yani İncil’de kadınların kurulmakta olan Hıristiyan kilisesinde nasıl rol oynadıkları anlatılır. Anadolu’da kiliselerin kurulmasındaki emekleri anlatılır. 311’de Konstantin Hıristiyanlara inançlarını yaşama ve özgürce kiliseler kurma imkânı tanıdı. Kilise bunun ardından kurumsallaştı. Bu dönemde kadınlara karşı Bizans ikiyüzlülüğü görülmüştür. Kadınlar bir yandan Havva’nın kızları diye aşağılanırken, diğer yandan Tanrı’nın annesi Meryem olarak yüceltilmiştir. Osmanlı döneminde tüm dini gruplar inanç özgürlüğü yaşamıştır. Bu dönemde kadınlar misyonerlik faaliyetlerinde ön planda yer almıştır. Cumhuriyet döneminde 1928’de Bursa’da böyle bir olay yaşanmıştır. 30 Nisan 1928’de üç öğretmen Türk yasalarına aykırı olarak din yaymaktan suçlu bulunmuştur.
Rahibe Meryem (1901-1991)
Rahibe Meryem, Zübeyde İsmet Faik Topuz adıyla dünyaya geldi. Annesi Fatma Aliye Hanım ile babası Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Mehmet Faik Bey’in dördüncü çocuğuydu. Baba tarafından dedesi 19.yy tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa’ydı. Rahibe Meryem’in annesi Fatma Aliye Hanım, Osmanlı’nın ilk kadın romancılarındandı.
Zübeyde İsmet, İstanbul Harbiye’deki Notre Dame de Sion lisesine gitmişti. Kız kardeşlerinin aksine okulda çalışan rahibeleri seviyordu. 1926’da evden ayrıldı ve onlara katıldı. Bıraktığı notta şöyle yazıyordu: “Gidiyorum, çünkü özgür olmak istiyorum.” Ailesi onu bulmaya çalıştı ama bir daha hiç göremediler. Tek bildikleri, rahibe olmak üzere bir Fransız ruhban okuluna girdiğiydi.
Bir gün Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç İstanbul’daki Saint Antoine Latin Katolik kilisesinde bir konferansa katılır. Konuşmasının sonunda soluk benizli rahibe kıyafetli bir kadının yanına geldiğini ve kendisiyle Türkçe konuşup, kendini Cevdet Paşa’nın torunu İsmet Hanım olarak tanıtınca çok şaşırdığını söyler. Ümit Meriç kendisini ziyaret etmek istediğin söyleyince, İsmet Hanım’da, nasıl Hıristiyan olduğunu sormaması koşuluyla, yaşadığı yer olan Notre Dame de Sion’a kendisini ziyarete gelebileceğini söyler. Ümit Meriç ziyarete gider. Birlikte uzun sohbet ederler. Çıkmak üzereyken İsmet Hanım dedesi Cevdet Paşa anısına basılmış bir Türkiye Cumhuriyeti posta pulu verir. Ümit Meriç bundan sonra İsmet Hanım’ı bir daha göremez.
İsmet Hanım bir gün Büyükada’dan ayrılmak üzere tekneye binerken denize düşer, boğulmaktan son anda kurtulur. Okulunu bitirdikten sonra Cezayir’e gidip rahibe olmak üzere manastıra katılmıştır. 1922’de vaftiz edilmiş ve vaftiz adı olarak Meryem adını seçmiş ve cemaate katılmıştır. 1991 yılında, doksan yaşında, Marseilles yakınlarında bir manastırda vefat eder. Cemaatin kayıtlarında kendisinin Koroist Rahibe olarak atandığı, dikişte ve idaresinde yetenekli olduğu, Kur’an’ı bildiği belirtilmiştir.
İsmet Hanım 70 sene kadar Hıristiyan olarak yaşam sürmüş, bu yılların çoğunu Latin Katolik rahibesi olarak geçirmiştir. Vaftiz olmak gibi büyük bir adım atmak bir yana dursun, Hıristiyan olarak çağrısına göre yaşamak üzere evden, hatta ülkeden ayrılmak bile sahiden büyük cesaret ister. Ailesiyle son teması, “Gidiyorum, çünkü özgür olmak istiyorum” notundaki sözleridir.
Başından ne tür zorluklar geçtiğini, ne tür içsel sorunlar yaşadığını bilemeyiz. Bizler ancak onun yeni benimsediği inancını gizlemek istemediğini, açıkça, gönlünce yaşamak istediği sonucuna varabiliriz.
Burada sorulacak soru, özgürlük nedir? İsmet Hanım gerçekten özgür olmuş mudur? Who knows?
Bu hikâyeden çıkarılacak bir diğer sonuç ta şu olabilir mi acaba, çocuklarımıza asla baskı, özellikle de dini baskı yapmamalıyız!
Bugün Türkiye’de Müslüman geçmişe sahip 800 bin civarında Türk vatandaşı Hıristiyan var ve bunların yarısı kadarı da kadın.
Atatürk ve Türk Kadını
“Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.”
“Yoksul kadın, hiçbir şeyi olmayan kadın anlamında alınmıştır. Hâlbuki kadın denilen varlık, bizatihi yüksek bir varlıktır. Onun yoksulluğu olamaz. Kadına yoksul demek, onun bağrından kopup gelen bütün insanlığın yoksulluğu demektir.”
“Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”
*Bursa Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Türk Kadınlar Birliği Derneği’nin “tek erkek” üyesi.
Prof. Dr. Behçek Kemal Yeşilbursa
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder