Günün öyküsü: Kimin yüreğinde ne yatar bilinmez!
-‘Her giden, benden bir parça koparıp gitti Tamer beycim. İşte geriye kalan da karşınızda duruyor” dedi….
Hiç haz etmediğim fakat bir arkadaşın,
-”Gel yahu, sana da malzeme çıkar” zoruyla girdiğim Beyoğlu batakhanelerinden birindeydim. Yanıp sönen renkli ışıkların altında, berbat sesli bir kadın sallana sallana bir şeyler söylüyordu.
-”Bir şeyler” diyorum çünkü ne dediğini anlamak mümkün değildi.
Ve zaten dinleyeni de yoktu. Yarı karanlık masalar tıka basa doluydu ve her masada farklı bir gürültü vardı. Sonra o gürültüler bir yerde birleşip kulaklarımın ırzına geçiyordu.
Yanımdaki arkadaş iyice kafayı bulmuş ve masalara paylaşılan kadınlardan en sonuncusunu ve en yaşlısını bizim masaya davet etmişti. Mavi siyaha boyanmış saçları, derin yüz çizgileri ve kıpkırmızı rujuyla karşımızda oturan kadın sürekli anlatıyordu.
Ben ne anlattığından çok ellerine bakıyordum. Çünkü elleri çorak bir arazi gibiydi. Kupkuru ve morarmış damarların kıyısında, delik deşik bir ten vardı.
Derin bir iç çektikten sonra,
-”Artist şampanyası” dolu kadehini kaldırdı, bize baktı. Biz de kadehlerimizi kaldırdık.
İşte o anda kadınla göz göze geldim. Masmavi gözlerinde gördüğüm gemiyi yıllar sonra bile unutamadım. Şimdi siz bunu bir şair abartması olarak okuyacaksınız fakat inanın öyle değil. Gerçekten o anda sanki koskoca bir gemi o bambaşka mavi gözlerin sularına gömüldü.
Ayakta uyuklayan garsonlar can sıkıntısıyla, saatlerinin dolmasını ve patronlarından evlerine gitme iznini bekliyorlardı. Masamızda suskunluk vardı.
Yanımdaki arkadaş sızdı sızacak haldeydi ama yine de her kalkmaya niyetlendiğimde,
-“Biraz daha yahu” diyerek yerime oturtuyordu.
Sanırım laf olsun diye, kadına doğru eğilip,
-”Neden buradasınız?” diye aptalca bir soru sordum. Kadın önce bir kahkaha patlattı ardından da,
-”Ah Tamer beycim, siz neden buradaysanız ben de ondan buradayım…” dedi.
Bu hiç beklemediğim yanıt karşısında önce bir yutkundum sonra da kekeleyerek
-”Şey… Ne alaka canım, ben yalnızlıktan buradayım” diye saçmalamaya devam ettim.
Paketindeki son sigarasını çıkardı ve etrafı kontrol ettikten sonra bu kez o bana doğru eğildi,
-“Yalnızsanız tadını çıkarın efendim. Benim başıma ne geldiyse kalabalıktan geldi. Siz bilmezsiniz, orospuluk kalabalık bir meslektir.” dedi.
Bu sırada arka masalardan birinde kavga çıktı. Anladığım kadarıyla, hesaba itiraz eden bir herif garsonlardan dayak yiyordu. Ben onlara bakarken, kadın işaret parmağıyla çeneme dokunup, kafamı ona doğru çevirdi.
-”Siz şairsiniz değil mi?” diye sordu.
Şaşırmıştım,
-”Evet ama o kadar belli oluyor mu şair olduğum” diye işi komikliğe vurdum.
-”Aaa, Tamer beycim, ben şairi oturuşundan, kalkışından, konuşmasından tanırım” dedi.
Bu çilekeş kadın tarzı, oturuşu, kadehi tutuşu, bakışı ve kurduğu cümlelerle iyiden iyiye onunla ilgili meraklanmama sebep olmuştu ama ben o kadar yorgundum ki, yine de sigara dumanı ve alkol kokusundan kurtulup, otelime gitmek istiyordum.
Kadın sıkıldığımı anlamış olacak ki,
-”Biliyor musunuz, annem babam izin verseydi devrimci olacaktım ben” dedi.
Kadehi elimden düşürdüm. Rakı üstüme başıma döküldü.
Ne, ne demişti kadın.
-“Devrimci” mi?
Ben daha onun ne dediğini anlamaya çalışırken, o devam etti.
-”Ben Almanya’da büyüdüm. Orada saygıdeğer, çok sevdiğimiz, devrimci abilerimiz ablalarımız vardı. Her fırsatta, oturduğumuz mahalleye gelip bizimle konuşurlardı. Dertlerimizi dinlerlerdi. Tertemiz çocuklardı.” İyice bana doğru sokuldu.
-“Yalan yok, ben de onlardan, onların anlattıklarından, güzel gelecek hayallerinden, barıştan, insanlıktan, sevgiden çok etkilenmiştim. Sonracıma, giyimleri, kuşamları, davranışları… Ahhh… Bir süre sonra, onların derneklerine gitmeye başladım. Bana kitaplar verdiler. Benimle gezdiler, hiç bilmediğim şeyler anlattılar. Biliyor musunuz Tamer beycimi beni ilk defa insan yerine koyan onlardı. Fakat gelin görün ki, bu buluşmaları duyan annem ve babam bana çok kızdılar, onlarla konuşmamı yasakladılar. ‘Onlar seni kandırıp dağlara göndermek istiyorlar’ diyerek, beni eve kapattılar. Çok üzüldüm çokkk… Derken efendim, biz bir süre sonra oradan taşındık ve ben bir daha onların izlerini bulamadım. Bu arada Alman diskolarına gitmeye ve saçma sapan insanlarla arkadaşlık kurmaya başladım. Bir bardak bira ve bir fırt sigara derken, hoop bir baktım ki, viski ve uyuşturucuya kadar gelmişim.”
Başını öne eğdi, sesi titreyerek,
-“Ve bir gece geç vakit diskodan eve dönerken, beni yolda becerdiler. Sabaha karşı polis beni bir çöp kutusunun yanında buldu. Ailem başıma geleni öğrendiğinde, beni yaka paça, İstanbul’a, amcamın yanına gönderdi. Olmadı. Burada da yapamadım. Dik durmayı beceremedim dik durmayı. Bir kere tren kaçtı mı, sonrakilere de yetişemiyor insan.”
Kadehindeki son yudumu da içti. Bir süre birbirimize baktık. ‘
-“Maksim Gorki…Ana…” dedi.
Haydaaa! Gecenin bilmem kaçında, boktan bir pavyon masasında, karşımda oturan kadın bana Maksim Gorki, Ana diyordu.
Kekeleyerek,
-“Şey… Özür dile..rim..Anlayamadım.” dedim.
-”Ahh be Tamer beycim… Maksim Gorki’nin diyorum Ana kitabı.. Bilirsiniz… işte o kitap ilk kitaptır. Siz bakmayın benim bu orospu hallerime. Ben Ana’yı okumuş kadınım. Bedenimi kurtaramadım belki ama ruhum hala tertemiz.”
Kafam iyice karışmıştı.
Gorki… Ana… Devrimci… Almanya… Orospu… Kadeh… Disko… Tecavüz… Ruh… Beden..
-“Ana benim de ilk okuduğum kitaptır.” dedim.
Gülümsedi, Müşteriler birer ikişer gitmiş, geriye sadece biz kalmıştık
Muzipçe kulağıma,
-“Hadi siz de gitmeden, beraber 1 Mayıs Marşını söyleyelim mi Tamer beycim?” diye sordu.
Gülümsedim.
-“Elbette” dedim.
Biz onunla, omuz omuza,
-“1 mayıs işçi marşını fısıldarken, sahnedeki kadın bağıra çağıra “muratgilin damından atlayamadim”ı hönkürüyordu.
Hesabı ödedikten sonra kalkıp kapıya yöneldik. Elini sıktım.
-“Sizin o tertemiz kalan ruhunuzu çok sevdim” dedim.
Yanakları kızardı. On altı yaşındaki bir kız mahcubiyetiyle,
-“O da sizi çok sevdi efendim..” dedi,
Dedem,
-“Kimin yüreğinde ne yatar bilinmez” derdi hep.
Düşe kalka otele doğru yürürken, dedemin bu sözü geldi aklıma.
Gerçekten dede, kimse bilemez…
Tamer Dursun
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder