Türk sinemasının Dostoyevski’si: Türkan Şoray
1960’lı yılların ortası herhalde. Taksim Meydanı’ndan geçiyordum, anıtın etrafını çevirmişler, film çekiyorlardı. “Meyhaneci Güzeli”ni (Doğrusu, “Meyhanenin Gülü”,1966).. Türkân Şoray, kucağında bembeyaz bir kaz ve lacivert pazen bir entariyle bir sahne çekiyordu. Oradan geçerken Türkân Şoray’ın gözlerini -daha önce sinemada seyretmiştim tabii- ilk defa canlı olarak gördüm. Büyülenip kaldım. Onun manyetik alanına girmiş ve ayrılamamıştım..
Sonra 1970’lerde bir gün, bir senaryo meselesi için Levent’teki evinde buluştuk. İlk kez orada tanıştık. Araya yıllar girdi, askere gittim geldim filan, sonraları bir yakınlık oldu. Ben ona âşıktım, bunu herkes biliyor artık! O bana âşık olmadı ama çok iyi bir dostum oldu. Hayatta en sevdiğim, en saygı duyduğum biri oldu..
Türkân Şoray bizim sinemamızın Dostoyevski’sidir. Çünkü çok uzun yıllar – sinema,#entari,#bazıları klişe olsa bile- oynadığı her rolle insanlara yalnızca merhamet, sevgi ve iyilik aşıladı. Bakıyorum bugün genç nesil de onu bizim gibi, aynı nedenlerden seviyor. Türkiye’nin belki en sevilen insanıdır. Çok büyük bir aktris olduğu halde daha çok güzelliği üzerinde durulmuştur.
Onun bir aurası vardır ve yaş almış olmasına rağmen hiç sönmedi o aura. Hâlâ bir yere girdiği vakit herkes susar, gürültü patırtı kesilir ve bir Türkân Şoray aurası hâkim olur. Üstelik bu kadar uzun yıllar star kalmak imkânsız bir şeydir. Sophia Loren, Elizabeth Taylor gibi çok az kişi star kalabilmiştir uzun yıllar boyunca. O yüzden, bence, Türkân Şoray bir dünya starıdır.
Selim İleri, 2018
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder