‘Kendini bil’mek üzerine! / Bozkurt Güvenç
Yeri ve zamanı geldikçe değinip geçeriz. Kendini bileni över, bilmeyeni kınarız. Bazen öfkemizi alamaz Osmanlı sözünü hatırlatırız:
Sen seni bil sen seni
Sen seni bilmez isen
Bildirirler haddini…
‘Kendini bil’mek, uygarlık ve insanlık tarihinin en yüce erdemidir. Töremizde ve dilimizde ‘kendini bil’mekten çok ‘kendini bil’memek deyimi yaygındır. Bizden önceki kuşakların, çok öfkelendikleri kişileri “kendini bil’mezin teki” diye kınayarak, onlardan uzak durduklarını hatırlarım. Uzak dur, çünkü ‘kendini bil’meyen’in ne yapacağı bilinmez. Türkçe deyimler sözlüklerinde, bu yüzden, ‘kendini bil’mek’ten çok, şuuru (bilinci) yerinde olmayanlar için kullanılır bu söz. Osmanlıca sözlüklerde ise sınırını ve sorumluluğunu bilmeyenlere ‘haddini bil’mez’ deniyor,
Deyimlerimizden biri, ‘Kişiyi nasıl bilirsin? Kendin gibi!’diye uyarır. Sen kendini bilmezsen, ötekini nasıl bileceksin? Semavi ve kitabi dinlerin ortak öğretisi bu sorunun çözümüne yöneliktir.
Kısaca, “Sana yapılmasını istemediğini başkalarına yapma!’ Bu ilke (ya da kural), evrensel barış için yeterli olmayabilir; ama, dilimizin ‘Etme bulma dünyası’nda, toplumsal barışın temel önkoşulu olarak algılanır.
Adalet Nedir ki?
Ankara Barolar Birliği’nin bir konferansında, genç hukukçu sormuştu: ‘Devletin temeli olan adalet nedir?’ Hazır bir cevabım yoktu. Zaman kazanmaya çalıştım.
Canlıların Evrim Yasası, ‘Güçlü türlerin kalıcılığı” ilkesine dayanır: Güçlüler kalır, güçsüzler tükenir. Tek bir aile olan İnsan türünün tarihinde ise, güçlülerin tükendiği, eşitlikçi toplumların yaşadığı (geliştiği) görülüyor. Aydınlanma Çağı’nda yapılan —İngiliz, Fransız ve Amerikan— bütün devrimci yasalarda, yurttaşların yasalar önünde eşitliği ilkesine yer verilmiştir. Anayasa Hukuku, bu ortak ilke üzerine kurulduğu için, ‘Adalet mülkün temeli’ denmiştir. Ne var ki bu hukuk ilkesi, bütün yurttaşlar arasında cinsiyet eşitliğini sağlamada pek etkili yeterli olamıyor. Erkek egemenliğine dayalı dinlerin erkek yöneticileri, yoksulların ve kadınların eşitliğini savunan ‘laikleri’, dinsiz olmakla suçluyorlar. Oysa HBT’de daha önce savunulduğu gibi, dünya devletinde laiklik, dini değil, Dünya devletinin yasal eşitlik ilkesidir.
Fransız Devrimi, İnsan Hakları Bildirgesi’ni yetersiz bulup yeni bir “Kadın Hakları Bildirgesi” hazırlayan Madam Olympe Gouge’u, devrim yasalarına başkaldırmakla suçlayıp giyotine göndermiştir: Bkz. Norman Davies, Avrupa Tarihi, 2000. Parlamenter Demokrasi’nin beşiği sayılan Batıda, kadın-erkek eşitliği, 1920’lerde yasal güvenceye kavuşmuştu; ama uygulamada hâlâ hedefine varmış değildir.
Açıkça ifade edilmese bile, sanıyorum ki, Mustafa Kemal Atatürk’e karşı son günlerde yeniden açılan karalama kampanyanın gerisinde, Medeni Kanunu (1925) izleyen devrim yasalarında, Kurucumuzun, kadın-erkek eşitliğini ve laik Cumhuriyeti savunması gerçeği bulunmaktadır.
“Kendini bil’mezliğin sınır tanımayan yükselişi
Son zamanlarda ‘kendini bil’mezlik, ulusal sınırları tanımayan bir yükseliş eğilimi gösteriyor. Çoğu toplumlar ve siyasal liderler, ulusal kimliği, komşularına veya ideolojik rakiplerine karşı tanımlar ve kullanırlar. ABD’de Meksika karşıtlığının yaygın olduğu bilinir. Bir Hollywood kurgusunda, yaşanan bir krizde sorumlu tutulan Kanada’ya savaş açılmasının mizahi öyküsü anlatılıyordu. Nükleer füzelerinin ateşlenmesi, ‘kendini bil’en birkaç sorumlu yurttaşın ortak çabalarıyla son dakikada önlenebilmişti.
Sosyolog Alain Touraine (1997), Demokrasi Nedir? Başlıklı denemesinde, “Demokrasi, ötekileştirmeyen toplumdur” diyor, örnek vermeden. İtibarını ve güvenini yitiren liderler, güçlülere meydan okurlar; ama bu davranış, dayatılan otokrasinin de sonu olur.
Bozkurt Güvenç
Bozkurt Güvenç‘in anısına saygıyla. Bu yazı HBT’nin 60. sayısında yayınlanmıştır.
Yorum gönder