Son kırlangıç / Bekir Çoşkun anısına
Ayvalık’ta bir açık hava otelindeyim, resepsiyon da açıkta. Resepsiyonun köşesinde bir kırlangıç yuvası var; üç yavru, kafalar dışarda, gagalar açık. Anne ve baba gidip gelip yiyecek getiriyorlar ve ayrı zamanlarda geldikleri için birbirlerini görmüyorlar. Anne birinci yavruya yem veriyor, birazdan baba gelip ikinciye, anne tekrar geldiğinde üçüncüye, baba gelip birinciye. İnanılır gibi değil, sırayı hiç şaşırmadılar: ADALET.
Akşama doğru sudan çıktım, baktım yuvaya siyah bir kedi yaklaşmış. O ufacık ana baba canhıraş bir şekilde dalıp, çıkıp kediyi uzağa kadar kovaladılar: CESARET.
Otel sahibi şunları anlattı: bahar başlarında göçten döndüklerinde yuvanın bulunduğu bölümün kapalı olduğunu görünce, resepsiyon görevlisinin kaldığı odaya girip çıkıp onu uyandırmışlar: AKIL.
Sabah su içmek için fıskiyenin üzerinde dolaşıp çığlıklar atıyorlardı, ta ki fıskiyeanne, açılana kadar: İLETİŞİM.
Yuvalarını öyle bir yaparlar ki yıllarca dayanır: KALİTE.
Yazları sıcak ülkelere göç ederler: YENİLİK.
Onların yaptığı yuva, diğer kuşların saman çöplerini üst üste koyarak yaptığı dingildik yuvalara hiç benzemez. Benzer bir yuva yapabilen başka bir kuş yoktur: FARKLILIK.
Hiç kırlangıçları bir yerde pineklerken hatırlıyor musunuz?
Devamlı uçarlar: ÇALIŞKANLIK.
İnanılmaz hızlıdırlar, su zerresini havada yakalarlar: HIZ.
Binlerce mil uzaktan hep aynı yuvaya dönerler. Ömürlerinin sonuna kadar yuvalarına bağlıdırlar: YURT SEVGİSİ
Son Kırlangıç
Son kırlangıç…
Son kırlangıç da geçti başımın üzerinden…
Artık mevsim güz…
Güz hüzün zamanıdır…
Canım sıkılır kuşların gidişine…
“Durun nereye, nereye” diye…
Peşlerinden bağırarak koşasım gelir…
★
Mevsim artık güz…
Gölgeler döndü…
Güneşin eski sıcaklığı yok…
Ayrılık günleridir…
Hüzün taşır gibi beyaz bulutlar dolanıyor başımın üzerinde…
“Durun durun, aceleniz ne” diye…
Kollarımı açıp bulutları tutasım gelir…
★
Artık sesleri gelmiyor, birbirlerinden uzak durarak ve bağırarak konuşan komşu bostandaki köylülerin…
Bağları bozdular…
Dalında unutulmuş tek tük üzüm taneleri…
Yaşlı saçlar gibi asmalar…
Yazlıkçılar kepenkleri kapatıp gittiler…
Bahçelerde gözden çıkarılmış birkaç eski sandalye, bir plastik masa… Kapının açılmasını boşuna bekleyen aç kalmış tekir…
Benim en çok dalından kopup düşen şu yapraklara canım sıkılır…
“Durun şurada” diye…
Toplayıp toplayıp dallarına koyasım gelir…
★
Hüzündür güz…
Güneş topraktan, kum sıcaktan, buğday başaktan, kuşlar yuvadan, gül yaprağından, yeşil sarıdan, yaz aşklarından eller ayrılır…
Terminallerde sarılıp sarılıp gidenler var…
Bir kız yüzünü duvara dönmüş, ağladığından utanır..
Ama bugünler ayrılık zamanıdır…
Bu mevsimde daha çabuk ağlıyor insan…
Bahaneye bakar gözpınarları…
Durup dururken bahar yağmurunun ilk iki damlası…
Yaş gözden ayrılır…
★
Güz hüzün mevsimidir…
Bu ayrılıklar bana göre değil…
Elimde beyaz mendil…
Peşlerinden koşup “ağlamayın…” diye diye…
Tüm ıslak gözleri silesim gelir..
Bekir Çoskun – 28 Ağustos 2020
www.bilimsanatyolu.com
Yorum gönder