İslam Coğrafyasında: Eşarilik ve Mütezile anlayışı – Muhsin YAZICI
8 ile 12’nci yüzyıllar arası aklı esas alan, El Kindi, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-i Sina, El Razi, El Harezmi, İbn-i Haldun gibi ünlü filozoflar yetiştiren İslam dünyasının, daha sonra aklı ve bilimi reddederek nasıl da sefalete sürüklendiğini anlayamadığımız sürece İsrail’e boyun eğmekten kurtulamayız.
İslam’da felsefeyi benimseyen Mutezile akımının yok olması ve aklı ihmal eden Eşarilik akımının İslam dünyasına hakim olması ile filozoflar çağının sonlandığını, bunun neticesinde de İslam’da akılcı düşüne çöktü ve Selefilik akımının ortaya çıktı. Diğer mezhep ve akımlar içinde yüzde 40’lık bir nüfuz alanı ile en yüksek orana sahip olan irrasyonel Eşari ekolün, hemen bütün İslam dünyasını etkiledi.
İslam düşünce hayatında 6’ncı Yüzyıl’dan itibaren iki akımın veya iki ekolün etkisini görürüz: ilki Mutezile, ikincisi ise Eşari ekolüdür.
Mutezile’ye göre, Tanrı’nın insandan beklediği ilk vazife, akıl yoluyla bir yaratıcı olduğunun bulunmasıdır.
Eşari ve Hanbeli taraftarlarına göre, ‘insanın anne karnındayken yanına Allah tarafından gönderilen meleklerce nasıl bir insan olacağı kaydedilir ve Allah iyi ya da kötü insan olup olmayacağına karar vererek, insanı ister cennete isterse cehenneme gönderir.’ Görüldüğü gibi Eşariler insan iradesini neredeyse yok sayarak, aklı ihmal etmiş, insanın yaptığı her iyi ya da kötü hareketin faturasını Allaha mal etmişlerdir.
Bu durum, o dönemin egemen gücü Emevi siyasi önderlerinin, yani dini siyasallaştıran Emevi siyasetçilerinin zulümlerini Allah’a fatura etme kolaylığı bakımından işlerine gelmiş ve günümüze kadar gelen ‘Emevi İslamı’ dediğimiz irrasyonel bir inanış biçiminin İslam coğrafyalarına hakim olmasına neden olmuştur.
Mutezile taraftarları ise, Allah’ın kötü hareketler yaptırmayacağını söyleyerek, aklın öne çıkarılmasında ısrarcı olmuşlardır.
Emevileri ortadan kaldıran Abbasi yönetimi, özellikle rüyasında bile Aristo ile tartışmalar yapan 7. Halife Memun döneminde Mutezileyi şiar edinmiş ve devletin resmi ideolojisi haline getirmiştir. Fakat daha sonra gelen 10. Halife Mütevekkil’in önderliğinde Mutezile ekolüne karşı savaş açılır ve aklın egemenliğindeki bu akımın etkisi zayıflatılır. İslam’ın ilk filozofu olan El Kindi’nin bile kütüphanesine el konulur ve kendisine zulmedilir.
Eşariliğin kurucusu Hasan El Eşari’nin ölümünden yaklaşık 120 yıl kadar sonra dünyaya gelen ünlü İslam bilgini Gazali, önceleri felsefeye, akla itibar etmesine rağmen, daha sonra anlaşılmaz bir biçimde felsefedeki ‘nedensellik ilkesini’ yani ‘neden sonuç ilişkisini’, ‘doğa kanunlarını’ ve ‘aklın üstünlüğünü’ reddederek Yunan Felsefesi’nin tercümesi ile ortaya çıkan İslam bilim uyanışının ortadan kaldırılması yönündeki çabalara büyük destek verir.
Gazali’ye göre ‘susamak ile su içmek arasında’ bir neden sonuç ilişkisi değil, sadece ilahi bir irade vardır. Bu yüzden Gazali, İslam düşüncesinde nedenselliğin kaybedilmesine vesile olan kişi olarak bilinir. Oysa nedenselliğin olmadığı yerde akıldan da, bilimden de, gerçeklikten de bahsedemeyiz. Yine Gazali’ye göre akıl, ahlaki gerçeğin kaynağı değildir. Bu yüzden akıl, farz ve haramlar için bir referans oluşturamaz. Gazali’nin adalet kavramına yaklaşımı da benzerdir. İnsanın adaleti tesis edemeyeceğine, aksine Allah’ın koyduğu kural ve yasaklarla, adaleti eksiksiz tesis ettiğine inanır. Yani Gazali aklı devre dışı bırakarak, adaleti, ‘haramlardan sakınmak ve farzları yerine getirmekle’ sınırlamaktadır.
Gazali’den sonra gelen İbn-i Rüşd ise, ‘eğer sebep ve sonuç arasında bir ilişki yoksa, dünyada bir düzenden bahsetmek imkansızdır. Halbuki o düzen ve nizam vardır ve bir bilgelik ve akıl aracılığı ile yaratılmıştır’ der. Bu iki görüş ayrılığına göre Gazali’nin Allah’ı mutlak irade, İbn-i Rüşd’ün ise mutlak akıl ve mutlak bilgelik olarak gördüğünü anlıyoruz. Yani Gazali’de kişi Allah, İbn-i Rüşt’te ise kavram Allah düşüncesi hakimdir.
Eşarilik insanın iradesini ve aklını tamamen yok sayarak, insanın bir eylemin başlatıcısı ve bitiricisi olamayacağını ve bütün bir hayatın Tanrı’nın isteği ile gerçekleştiğini savunur. Bu görüşe göre Tanrı bütün kötülüklerin ve bütün iyiliklerin kaynağıdır. Esasen bu görüş Kur’an’da bir çok yerde bahsi geçen aklı üstün tutan ve akletmez misiniz diye haykıran ayetlerin de bir yanı ileinkarı anlamına gelmektedir.
Nihayet 8-12 yüzyıllar arası El Kindi ile başlayan, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, Farabi, İbn-iSina, El Razi, El Harezmi,İbn-i Haldun gibi düşünürlerle devam eden İslam akıl ve bilim uyanışının önü maalesef, Eşari ekolü ile ve Hanbeli akımı ile kesilmiştir.
Günümüzde İslam ile demokrasinin bir arada olamayışının, İslam ülkeleri ile gelişmiş Batı ülkeleri arasındaki gelişmişlik farkının, İslam dünyasındaki çöküntünün ve sefaletin hikayesi bu ekollerin İslam coğrafyasına egemen oluşuna dayanır.
İslam dünyası, bu durumun bilincine varamadığı sürece de maalesef acılar içinde sürünmeye devam edecek ve sırtı yerden kalkmayacaktır.
Kaynak: Robert R. Reilly “Müslüman aklın mühürlenişi” kitabından Tahsin Bulut tarafından özlü bir değerlendirmesinden alınmıştır.
17.08.2024
Muhsin YAZICI
Yorum gönder